DİVAN EDEBİYATI - İNDİR
      Divan edebiyatı; havâs edebiyatı (yüksek zümre edebiyatı), saray edebiyatı, Enderun edebiyatı, edebiyyât-ı Osmâniyye (Osmanlı edebiyatı), Osmanlı şiiri, Divan edebiyatı, ümmet edebiyatı, ümmet çağı, Türk edebiyatı, İslamî Türk edebiyatı, klâsik Türk edebiyatı ve eski Türk edebiyatı gibi adlarla da anılmıştır.  “Divan edebiyatı” terimi, ilk olarak Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntem tarafından kullanılmıştır. “Klâsik edebiyat” ve “Klâsik Türk edebiyatı” gibi adlandırmalar ise Fuat Köprülü’ye aittir.

Bir kadim efsanedir ki ustalar ana gelir
Tanrı bir gün hazz-ı tekvin ile heyecana gelir
Bir şiir yazar ki duysa cesetler cana gelir
Özgedir ol ki ne dile ne de lisana gelir
Nakşeder levh-i mahfuza bundan ol mana gelir
Ki her insan bir mısraı imiş o kutlu şi'rin
Sen mısra-ı bercestesin duyan imana gelir

                                                               La edri


GENEL ÖZELLİKLERİ
*Türklerin İslamiyet’i benimsedikten sonra Arap ve Fars edebiyatını örnek alarak oluşturdukları edebiyattır.
*11. ve 12. yüzyıllarda verilen geçiş ürünlerinden sonra 13. yüzyılda Anadolu'da verilen ilk ürünlerle başlar ve 19. yüzyıla, Tanzimat Dönemi’ne kadar devam eder.
*Medrese kültürüyle yetişen aydınların "saray" çevresinde verdikleri "Yüksek Zümre Edebiyatı" dır.
*Önceden belirlenmiş katı kuralları olan bir edebiyattır. Sanatçılar Arapça, Farsça ve Türkçenin birleşiminden oluşan "Osmanlıca" denilen dili kullanır.
*Bu dil saray çevresinde konuşulan halkın anlamadığı ağır bir dildir.
*Yalın sözden çok, süslü, sanatlı, gösterişli bir anlatım benimsenmiştir.
*Klişe bir edebiyattır. Kalıplaşmış sözler(MAZMUN) kullanılır.
*Konudan çok konunun anlatılış tarzı çok önemlidir.
*Aşk, şarap, rindlik gibi din dışı konuların yanında hikmet, din ve tasavvuf konularına da yer verilmiştir.
*Sanatçılar konuları bulmak için: Kuran ayetleri, hadis, tefsir fıkıh kelam gibi dini bilimler; İslam tarihi tasavvuf İran mitolojisi, peygamber ve evliya hikayeleri, kimya, simya, tıp, astronomi, musiki gibi bilimlerden yararlanır.
*Nesirden (düzyazı) çok nazım (şiir) önem kazanmış, nesir ihmal edilmiştir
* Toplumsal sorunlara yer verilmemiştir. 


                                               NAZIM ÖZELLİKLERİ

*Arap edebiyatından alınan "aruz ölçüsü" kullanılmıştır.
*Nazın birimi olarak "beyit ve bend" kullanılmıştır.
*Göz için kafiye anlayışı benimsenmiştir.
*Tam ve zengin uyak kullanılmıştır.
*Bütün güzelliği yerine parça güzelliği benimsenmiş, anlam beyitte tamamlanmıştır.
*Şiirler sanatçıların kendi oluşturduğu "Divan" denilen defterlerde toplanmış, Divan oluşturamayanlar şair yerine konmamıştır.
*Şiirlerin belli başlıkları yoktur. Şiirler yazıldıkları tür ve kafiyeye göre isimlendirilir. (Kerem redifli gazel gibi)
*Soyut bir anlatım kullanılmış; aşk, aşk acısından duyulan mutluluk, kişisel sevinçler...
*Şairler toplumsal konulara girmemiş, bireysel konulardan bahsetmişlerdir.
*Söz oyunlarıyla yüklü, ağır ve sanatlı bir dil kullanılmıştır.
*Şekil güzelliği sağlamak için eş anlamlı sözcükler kullanılmıştır.
*Tasavvufla ilgili terimlere yer verilmiştir.
*Şiirlerde en küçük nazım biçimine tek dizeden oluşan “azade mısra” denir. Bunlar herhangi bir manzum parçada yer almaz, tek başınadır.
*
Bağımsız beyitlere “müfred” denir.

                                   BEYİTLERLE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ

A. GAZEL
*Divan edebiyatının en sevilen, en yaygın şeklidir.
*Kadınlar için söylenen güzel söz” anlamındadır.
*Beyit sayısı 5 ile 15 arasındadır. Uyak düzeni: “aa/ba/ca/da...” şeklindedir.
*İlk beytine "matla", son beytine "makta" denir.
Matla'nın altındakine "hüsn
i matla", makta'nın üstündekine “hüsn‐i makta" denir. En güzel beytine "beytü'l gazel” ya da “şah beyit" denir.
*Şairlerin mahlası son beyitte geçer.(makta/taç beyit)
*Beyitler arasında anlam bütünlüğü varsa "yekahenk",  bütün beyitler aynı güzellikteyse "yekavaz" gazel denir.

*Aşkı işleyenler "aşıkane gazel"; dünyanın faniliğini işleyenler "rindane gazel"; hayat dersi verenlere "hikemi gazel"; çapkınlığı anlatanlara "şuhane gazel" denir.
*Baki, Nedim, Fuzuli önemli sanatçılardır. Gazel Araplardan alınan bir türdür.
BİLİYORUM: Dize ortaları uyaklı olan ve ortadan bölünebilen gazele "musammat gazel" denir.
Kamu bimarına canan devayı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bimar sanmaz mı.

B. KASİDE 
      Anlamı “kastetmek”, “yönelmek” olan kaside sözcüğü, Arapça kökenlidir. Edebiyatta “belli bir amaçla yazılmış manzume” demektir.
*Din ve devlet büyüklerini övmek ya da yermek amacıyla yazılır.
*Beyit sayısı 33 ile 99 arasındadır.
*Uyak düzeni gazelle aynıdır.
*İlk beytine "matla", son beytine "makta" denir.
*
En güzel beytine "beytü'l kasid" denir.
*Şairin mahlası "taç beyit" te geçer.

*Kaside şairlerine “kaside-gü, kaside-sera” ya da “kaside-gerdaz” denür.
*Kaside 6 bölümden oluşur:
1) Nesib Teşbib: Tasvir bölümü. Bu bölüm 15-20 beyitliktir. Aşıkane duygular yer alıyorsa
nesib”; bahar, doğa, bayram gibi konular yer alıyorsa “teşbib” adını alır.

Genellikle bahar, kış, gece, at, savaş alanı gibi betimlemeler yapar ya da bir güzeli anlatır. Kasidelere ismini veren, bu bölümdür. Ele alınan konuya göre “bahariye, ramazaniye, hammamiye, ıydiye, şitaiye, nevruziye olarak adlandırılır.

Uyaklarına göre:
     “r” harfiyle bitiyorsa “raiyye
     “l” harfiyle bitiyorsa “lamiyye
     “m” harfiyle bitiyorsa “mimiyye” diye adlandırılır. Kimi zaman da, redif olmadığında uyağına göre ad alır. (Su Kasidesi gibi)

2) Girizgah: Genelde tek beyittir. Medhiye ile nesib arasında bağlantı kurar.

3) Medhiye: Kasidenin sunulacağı kişi övülür/yerilir. Asıl bölümdür ve kasidenin en sanatlı bölümlerini içerir. Allah, peygamber, padişah vs. övülür.

4) Tegazzül: Kasidenin içinde, genellikle medhiye bölümünden sonra, bir fırsatını bulup aynı ölçü ve uyakta gazel söylemektir. Her kasidede olmayabilir.

5) Fahriye:
Şairin kendini övdüğü bölümdür.

6) Dua: Önceki beyitlerde övgüsü yapılan kişi için dua edilir. Son bölümdür.

C. MESNEVİ
Sözcük anlamı “ikişer ikişer, ikili” demektir.
*Tanzimat Dönemi’nde kullanılmaya başlanan roman ve hikayenin Divan edebiyatındaki karşılığıdır.
*Divan edebiyatının en uzun nazım şeklidir, Fars edebiyatından geçmiştir.
*Her beyit kendi arasında uyaklıdır. (aa/bb/cc/dd...) Aruzun kısa kalıplarıyla yazılır.
*Aşk, tasavvuf, savaş, bir şehrin güzellikleri, mizah, bir konuda öğüt ve bilgi verme gibi konuları ele alır.
*Türk edebiyatında ilk mesnevi Y. Has Hacip’in “Kutadgu Bilig”idir.
*Beş mesnevi bir "hamse" oluşturur. Ali Şir Nevai, Nev’i-zade Atayi, Lamii ve Taşlıcalı Yahya hamse sahibi şairlerdendir.
*Mesnevilerde konu bütünlüğü vardır.

Önemli Mesneviler:
Kutadgu Bilig > Yusuf Has Hacip
Garipname > Aşık Paşa
İskendername > Ahmedi
Vesiletü'n Necat > Süleyman Çelebi
Harname > Şeyhi
Leyla ve Mecnun > Fuzuli
Hüsrev ü Şirin > Şeyhi
Hüsn ü Aşk > Şeyh Galip
Hayriyye > Nabi
Mantıku’t-Tayr > Gülşehri

BİLİYORUM : Baki, Nef’i, Naili, Nedim mesnevi türünde eser vermemişlerdir.

Ç. KIT’A
Sözlük anlamı “parça, bölük” demek olan kıt’a, sanılanın aksine bent değil beyitlerle kurulan bir türdür.
*En az 2, en çok 12 beyitten oluşur. 4’ten fazla beyitten oluşanlara "Kıt'ai Kebire" denir.
*Kafiye düzeni: “xa/xa/xa” şeklindedir.
*Felsefi-sosyal konular, eleştiri, şairin dünya görüşü bu biçimle işlenir.
*Gazelden farkı matla beyti yoktur.
*Beyitler arasında anlam birliği bulunur.
BİLİYORUM: Şairler genellikle kıt’alarda mahlas kullanmazlar.

DÖRTLÜKLERLE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ

Bentlerle kurulan nazım biçimlerinin ortak adı “musammat”tır.

A. RUBAİ
* Fars edebiyatından alınmıştır.
*Aruzun özel kalıplarıyla yazılan rubai, tek dörtlükten oluşur. (24 kalıp)
* Asıl söylenmek istenen son iki dizededir.
* Rubailerde şairler genel olarak dünya görüşlerini, maddi ve manevi anlayışlarını, din ve taavvufla ilgili düşüncelerini dile getirirler.
* Rubailerde tek bir düşüncenin en kısa yoldan anlatılması gerekir. Bu yüzden dizeler arasında tam bir anlam uyumu vardır.
* Kafiye düzeni: “aaxa”dır.
* En büyük şairi Ömer Hayyam'dır.
Türk edebiyatında en başarılı temsilcileri Azmizade Haleti(17.yy.) ve Yahya Kemal' dir.
 BİLİYORUM: Rubailerde de mahlas kullanılmaz.

B. TUYUĞ
Türkçe bir kelime olan tuyuğ, “şarkı söyleme, kapalı, gizli ve cinaslı söz” demektir.
*Türklerin kullandığı ve Divan edebiyatına kazandırdığı bir nazım türüdür.
*Tek dörtlükten oluşur. Kafiye düzeni: “aaxa”dır.
*Halk edebiyatındaki maninin etkisiyle oluşmuştur.
*Mahlas ve konu sınırlaması yoktur.
*Tıpkı manilerdeki gibi tuyuğlarda da cinaslı uyak kullanılır
*En büyük şairi Kadı Burhanettin, Nesimi ve Ali Şir Nevai’dir.

BİLİYORUM: Tuyuğlar aruzun yalnızca
fa’ilatün / fa’ilatün / fa’ilün kalıbıyla yazılır ve bu yönüyle rubailerden ayrılır.


BENTLERLE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ

A. MURABBA
Murabba “dört köşeli, dörtlü” demektir. Edebiyatta
en az dörder dizelik bentlerin birleşmesinden oluşur.
*En az 3 en çok 7 bentten oluşur.
* Kafiye düzeni: “aaaa/bbba/ccca...”dır.
* Son dörtlükte şair mahlasını kullanır.
* En büyük şairi Namık Kemal'dir.
* Övgü, yergi, dini, öğretici vb. konular işlenir.

B. ŞARKI
*Türklerin kullandığı ve Divan edebiyatına kazandırdığı şarkı, murabbadan doğmuştur. Halk edebiyatındaki türkünün karşılığıdır.
*Genellikle dört dizelik bentlerle söylenir.
*Kafiye düzeni murabbayla aynıdır.
*Aşk ve sevgilinin güzelliği işlenir, dili sadedir.
*Bestelenmek için yazılır.
*Üçüncü dizeye "miyan", bent sonunda tekrarlanan dizelere de “nakarat” denir.
*En az 3 en çok 7 bentten oluşur. Diğer musammatlarda olduğu gibi mahlas son bentte söylenir.

BİLİYORUM: En büyük şairi Nedim'dir ama en çok şarkıyı Enderunlu Vasıf yazmıştır(217 şarkı). Ayrıca Y. Kemal’in de şarkıları vardır.

C. MÜSTEZAT
*Müstezatın sözlük anlamı “artmış, çoğalmış” demektir.
*Gazelin uzun dizelerinden sonra(altına) kısa dizenin eklenmesiyle oluşur.
*Kısa dizelere "ziyade" denir.
Ziyadeler dize sayılmaz.
Ah eylemeye başladı aya ne bu halet
                                N'olsun bu hararet (ziyade)
Bilmem yine bir derdi mi var bülbül
i canım
                               
Ol murgı nihanım (ziyade)
*Kafiyelenişi gazel gibidir.
*Yazılması zor olduğundan fazla örneği yoktur.

Ç. TERBİ
Sözlük anlamı “dörtleme, dörtlü duruma getirme” demektir.
Bir şairin bir gazelinin her beytinin üstüne başka bir şairin ikişer dize eklemesiyle oluşan murabbadır. Eklenen bu iki dizeye “zamime” denir.

D. MUHAMMES
Muhammes “beşli” demektir. Arapça “hamse” kökünden türemiştir. Beşer dizelik bentlerle kurulur.
* Genellikle 5-8 bent arasında yazılır ama 13 bente kadar uzayan muhammesler de vardır.
* Uyak düzeni “aaaaa/bbbba/cccca…” gibidir.
*Konu sınırlaması yoktur.

BİLİYORUM: Muhammesin 3 türü vardır:

tahmis: Bir şairin gazelinin her beytinin üstüne bir başka şairin üçer dize eklemesiyle oluşur.
taştir: Bir şairin gazelinin her beytinde iki dizenin arasına bir başka şairin üçer dize eklemesiyle oluşur.
tardiye: İlk bendin son dizesi, diğerleriyle uyaklı olmayan muhammes. (Ş. Galip’te var.)

E. TERKİBİ BEND
* 5-10 bentten oluşur ve her bentte 10 ile 20 arasında dize vardır.
* Bendin son beytine “vasıta beyti” denir. Vasıta beyti her bendin sonunda değişir ve mutlaka bentten ayrı olarak kendi içinde uyaklanır.
* Vasıta beytinin üstündeki beyitlerin tümüne
terkiphane” denir.
*Toplumun bozuk yönleri, dalkavuklar, kötü idareciler, riyakarlıklar, talihten şikayet işlenen konulardır.
*Bağdatlı Ruhi ve Ziya Paşa önemli temsilcileridir.

BİLİYORUM: Mersiyeler genellikle terkib-i bend nazım biçimiyle yazılmıştır; Baki’nin Kanuni Mersiyesi bunun en güzel örneğidir.

F. TERCİİ BEND
* “Terkib-i Bend”e benzer. 
* Terci-i bendle daha çok Allah’ın gücü, evrenin sonsuzluğu, doğa ve yaşamın karşıtlıkları gibi konular işlenir.
* Ziya Paşa bu türün en önemli temsilcisidir.

BİLİYORUM: “Terci-i bend”, vasıta beytinin bütün bentlerin sonunda aynı kalması yönüyle terkib-i bendden ayrılır.


NAZIM TÜRLERİ

Tevhid ve Münacaat: Allah’ın birliğini ve yüceliğini anlatan şiirlere “tevhid”, Allah’a yapılan yalvarma ve yakarmaları içeren şiirlere de “münacaat” denir. Bu türler daha çok kaside türünde tercih edilir.
Naat: Hz. Muhammed’i övmek için yazılan şiirlerdir. Bu tür de yine kaside nazım biçimiyle daha sık tercih edilmiştir. “Su Kasidesi” en ünlü naat örneğidir.
Mersiye: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan acıyı anlatmak için yazılan şiirlerdir. Genellikle “terkib-i bend” biçimiyle tercih edilmiştir.

BİLİYORUM: Mersiyenin eski Türk edebiyatındaki adı “sagu”, halk edebiyatındaki adıysa “ağıt”tır.
Medhiye: Bir kimseyi övmek için yazılan şiirlerdir. Genellikle kaside türünde tercih edilmiştir.
Hicviye: Bir kimseyi yermek için yazılan şiirlerdir.

BİLİYORUM: Hicviyenin Batı edebiyatındaki adı “satir”, halk edebiyatındaki adıysa “taşlama”dır.
Fahriye: Şairlerin kendilerini övmek amacıyla yazdıkları şiirlerdir. Genellikle kasidelerin içinde bulunurlar. Bundan başka bir gazelin makta beytinde şair fahriye söyleyebilir. En ünlü şairi “Nef’i”dir.

13. VE 14. YÜZYIL

ANADOLU’DA GELİŞEN TASAVVUF EDEBİYATI
   Tasavvuf inancına göre önce Nur-ı Muhammedi var olmuş, onu varlığın öteki unsurları olan Anasır-ı Erba’a(ateş, hava, su ve toprak) ile Mevalid-i Selase(maden, bitki, hayvan) ve son olarak da insan izlemiştir. Bu var oluş silsilesine tasavvufta Seyr-i Nüzul denmektedir. Ancak insan için varlık kazanmanın amacı İnsan-ı Kamil olmak, Bekabillah’a yani sürekli olarak Allah’ın varlığında bulunma mertebesine ulaşmakla olur. Bekabillah’ı Fenafillah yani insan varlığının Allah varlığında yok olması izler. İnsanın yeryüzünde varlık kazandıktan sonra tek varlık olan Allah’a ulaşmasına Seyr-i Uruc denir. Seyr-i Nüzul ile Seyr-i Uruc’un tamamına ise tasavvufta Devriyye sistemi denmiştir. Seyr-i Nüzul ‘dan Seyr-i Uruc’a insanın “Şeriat”, “Tarikat”, “Marifet” ve “Hakikat” basamaklarını çıkarak ulaşması gerekmektedir. Bu ise bir Mürşid’in yol göstermesiyle olur.
                                                            BismillahJ
    Selçukluların siyasî hâkimiyet kurmak amacıyla yaptığı sürekli savaşlar, taht kavgaları, Moğol istilâsı ve ardından Moğollara ödenen ağır vergiler sonucunda düzen ve asayişin bozulması üzerine yaşama gücü oldukça zorlaşan Anadolu halkı, uzun süre barış ve huzur yüzü görememiştir. Böyle bir ortamda ortaya çıkan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (öl. 1273), Sühreverdî (öl. 1234), Âhî Evren (öl. 1261), Muhyiddîn-i Arabî (öl. 1240) ve Sadreddîn-i Konyevî(öl. 1274) gibi mutasavvıf şahsiyetler, Farsça ve Arapça yazdıkları eserlerle, okumuş çevrelerde tasavvufu yaymışlardır.

    Şehirde yetişmiş aydın tabaka sufileri Farsça şiirler söylerken Anadolu’ya yayılan Yesevî, Haydarî ve Bektaşî dervişleri de Türkçeyi kullanarak tekke edebiyatını meydana getirmişlerdir. Mevlana’nın meclisinde bulunan Hoca Ahmed Fakîh (öl. 1252) de Türkçe şiirler söylemeye başlamıştır. Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled Türkçe şiir söylemede bir hayli ileri gitmiş, onu Yunus Emre,
Gülşehrî, Âşık Paşa, Elvan Çelebi ve Şeyyâd Hamza gibi şairler izlemiştir.


MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ

     1207’de Horasan’ın Belh şehrinde doğan Mevlânâ’nın asıl adı Muhammed olup babası dönemin tanınmış âlimlerinden Muhammed Bahâeddîn Veled’dir. XIII. asırdan itibaren Konevî (Konyalı) sıfatı da adıyla birlikte birçok eserde yer almıştır. Mevlana başta şiirleri olmak üzere eserlerinde daha çok tasavvuf üzerinde durmuş, “vahdet-i vücut” konusunu ağırlıklı olarak işlemiştir.

     Mevlânâ, Hüsâmeddin Çelebi’nin ısrarıyla, müritlerine sülûk âdâbını öğretmek amacıyla Mesnevî’yi yazdı. Mevlevî tarikatının ilk şeyhi Hüsâmeddin Çelebi’dir.

     Eserini Farsça yazdığı için Mevlana’yı Türk edebiyatının herhangi bir yerine dahil edemiyoruz.

     Şems’ten ayrılmanın üzüntüsüyle kendisini daha fazla şiire veren Mevlânâ, bu hasretle 48 bin beyti bulan Divan-ı Kebir’i yazmaya başlamıştır. Şems’e olan sevgisinden eserinde Şems ve Hâmûş kelimelerini mahlas olarak kullanmıştır. Divan’ı, Şems’e ithafen Divan-ı Şems adı ile anılmıştır.
     Mevlânâ, 17 Aralık 1273 tarihinde Konya’da vefat etmiştir. Mevlânâ’nın ölüm hecesi; “düğün gecesi” anlamına gelen “şeb-i arus” olarak bilinir.
1. Divan-ı Kebir: Divan-ı Kebir, duygu yüklü ve oldukça hacimli bir eser olup içinde yer alan şiirlerin büyük bir kısmı Şems-i Tebrizî’ye duyulan sevginin ve hasretin terennümüdür. Mevlânâ, hemen tamamı gazel, tercî’ ve rubailerden oluşan Divan-ı Kebir, diğer adıyla Külliyât-ı Şems’te özellikle ilahî aşkını, gönül derdini, tasavvufî konuların yanında sabır, hoşgörü, insanlara iyilik etmek ve yardımda bulunmayı, mazmun ve remizlerle şiirin imkânlarını kullanarak anlatmıştır
2. Mesnevi: Anadolu’da asırlar boyunca birlikte okunan Farsça önemli birkaç kitaptan biri, Mevlânâ’nın Mesnevî’sidir. Mesnevî, Mevlânâ’nın sırdaşı Hüsâmeddin Çelebi’nin ısrarları üzerine yazılmıştır. Mevlânâ tarafından Hüsâmî-nâme adı ile de anılan bu eser, tarikata mensup olanları (müritleri) ve acemileri irşat etmek ve toplumun eğitimi için yazılmıştır. Kaynak olarak Kur’an ve hadislere dayanan Mesnevî’de konunun gelişine göre Kelîle ve Dimne’den, Mantıku’t-Tayr’dan hikâyelere yer verilmiş, Hakîm Senâî’nin Hadîkatü’l-Hakîka’sından da yararlanılmıştır. 
Eser 6 cilt, 25.618 beyittir.
3. Fîhi Mâ Fîh: “Onun içindeki odur.” veya yorumla, “Ne varsa onda var.” anlamına gelen bu eserde, Mevlânâ’nın bazı sohbetleri sırasında sorulan sorulara verdiği cevaplara; tasavvuf, din, ahlak ve felsefe ile ilgili görüşlerini anlattığı, dünya, insan ve şiir anlayışından söz ettiği konuşmalarına yer verilmiştir.
            Bu eser de, diğer eserlerinin çoğunda olduğu gibi Sultan Veled ve ona bağlı kimseler tarafından tutulan notlar olup vâkıât (ders notları) türünün Anadolu’daki ilk örneğidir.
4. Mecâlis-i Seb’a: Mevlânâ’nın yedi vaazının yakın çevresi tarafından kaydedilip bir araya getirilmesiyle meydana gelen bir eserdir.
5. Mektûbât: Mevlânâ’nın devlet adamlarına, dönemin ileri gelenlerine, dostlarına ve oğullarına yazdığı 150 kadar mektubun toplanmasıyla meydana gelen bir eserdir. Mevlânâ’nın mektuplarında insanlara öğüt verdiği ve onları hayra teşvik ettiği görülür.

AHMED FAKÎH (ö.
1251)

      Edebiyat tarihleri ile farklı kaynaklarda verilen birbirinin benzeri bilgilere göre, Horasan’da doğan Hoca Ahmed Fakîh, Konya’ya gelerek Mevlânâ’nın babası Bahâeddîn Veled’den fıkıh dersleri almış, bundan dolayı kendisine Fakîh denmiştir.
1. Çarh-nâme: 100 beyit. Mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezni ile yazılmış olan Çarh-nâme, yüzyılın diğer eserlerinde görüldüğü gibi insan kaderi, insanların kardeş oldukları ve Tanrı’ya kulluk için yaratıldıkları, feleğin acımasızlığı ve dünyanın faniliği, ölümün gerçekliği gibi dinî-tasavvufî konuların işlendiği bir eserdir.
2. Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe: 347 beyitlik küçük bir mesnevidir. Mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezni ile yazılan bu eserde hece vezni ile yazılmış dörtlükler de bulunmaktadır. Yapı bakımından Kutadgu Bilig ile benzerlik gösteren eser, Türk edebiyatında yazılmış ikinci Türkçe mesnevidir. Anadolu Türk edebiyatında ise bir ilk olarak karşımıza çıkmaktadır. Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe dil yönünden açık ve sade olup gerçekçi bir anlatıma sahiptir.

SULTAN VELED

    Mevlânâ’nın büyük oğlu olan Sultan Veled, 1226 yılında Lârende’de (Karaman) doğmuştur. Sultan Veled, eserlerini Farsça yazmakla birlikte epeyce Türkçe şiirleri de bulunmaktadır. Sultan Veled, Mevlevîlik’i sistemli bir tarikat haline getirmiştir.
1312 tarihinde vefat eden Sultan Veled, az da olsa, gerçek manada Türkçe gazel yazan ilk şairdir.
    Selçuk Şehnamesi adlı bir eseri olduğu bilinir fakat ele geçirilememiştir.
1. Divan: Beyit sayısı yaklaşık 12.700 olan, kaside, gazel, terci-bend ve rüba’î gibi çeşitli nazım şekilleri yer alan bu büyük eserde otuza yakın vezin kullanılmıştır. Divan’ın gazeller bölümünde Türkçe-Farsça-Rumca yazılmış manzumeler de bulunmaktadır. Şiirler vezinlere ayrılarak alfabetik bir sırada yazılmıştır.
2. İbtidâ-nâme: Sultan Veled’in 1291 yılında yazdığı ilk mesnevisi olan ve 8760 beyitten oluşan bu eserde 76 Türkçe beyit bulunmaktadır. Fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün vezninde yazılan eserin kaynağı Mesnevî’dir. Sultan Veled bu eserinde, insanın kendisini bilmesini öğütlediği gibi, ölmeden önce ölmeyi, ölümsüzlüğe ulaşmak için Tanrı’ya bağlanmayı, aşk ateşiyle pişmeyi ve nefsin kötülüklerden nasıl arınması gerektiğini anlatır. Bunları yapabilmek için de bir mürşide ihtiyaç olduğunu belirtir.
3. Rebâb-nâme: 8000 beyit olan ve 1300-1301 yılında yazılan bu eser, Mesnevî vezni (fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün) ve etkisi ile yazılmıştır. İbtidâ-nâme ile hemen hemen aynı konular işlenen eserin ondan farkı, burada Mevlânâ hakkında geniş bilgi verilmesidir.
4. İntihâ-nâme: 8300 beyiti bulan bu eser Sultan Veled’in üçüncü mesnevisidir. Eserde, Hak yolcularının uyanık olmaları, şeytana ve nefse uymamaları anlatılır.
5. Ma’ârif: Farsça mensur bir eser olup elli altı bölümden meydana gelmiştir. Eserde Senâî ve Mevlânâ’dan şiirlere de yer verilmiştir. Dinî, ahlâkî öğütlerle doludur.
6. Türkçe Şiirleri: Divan’da 129, İbtidâ-nâme’de 76 ve Rebâb-nâme’de 162 beyit olmak üzere 367 beyiti bulan bu şiirler bir araya getirildiğinde Ahmed Fakîh’in Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe’si büyüklüğünde bir eser olabilecek niteliktedir.

HACI BEKTAŞ-I VELİ

     1209-1270 yılları arasında yaşamıştır. Türkistan’ın Nişabur şehrinde doğan Veli, Ahmed Yesevi’nin isteği ile Anadolu’ya gelmiştir. Ahilik teşkilatının gelişmesinde büyük katkıları olmuştur. Osmanlı Sultanları ile halk tarafından sevilmiş ve hürmet görmüş, Osmanlı ordusunda Yeniçeriler Bektaşilik kurallarına göre yetiştirilmiştir. 13. yy.da, Yesevilik tarikâtının Anadolu'daki en etkili uygulayıcısı konumundadır.
1. Makalat: Sohbetli sözler anlamına gelir. Hz. Adem’in yaratılışı, şeytan ve şeytani işler, Allah’ın birliği gibi konuları ele almıştır. Hakkında bilinenler sınırlıdır.
2. Velayetname: Hacı Bektaş-ı Veli’nin yaşamı ile ilgili menkıbeler anlatılmaktadır.

ŞEYYAD HAMZA

      Son araştırmalara göre 14. yüzyıl şairi olduğu kesinleşen Şeyyad Hamza, 13. yüzyıl son çeyreği ile 14. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. Anadolu sahasında kaleme alınan ilk Kıssa-i Yusuf ona aittir. Aruz ve hece vezni ile şiirleri vardır. Aruz tekniği kusurlu olsa bile söyleyişinde bir sa­mimîlik ve coşkunluk görülür.
1. Yusuf u Züleyha: 1529 beyitten oluşan bir mesnevidir. Eser, Kur’an-ı Kerim’deki Yusuf kıssasına dayanır.

2. Dâsitân-ı Sultân Mahmûd: Manzume, Gazneli Mahmûd ile bir derviş arasında geçen karşılıklı konuşmayı konu edinmektedir. 79 beyit tutarındaki bu küçük mesnevisinde, diğer şiirlerinde olduğu gibi, dünyanın faniliğini vurgulamaya çalışan Şeyyâd Hamza, kudretli bir hükümdar olan Gazneli Mahmûd ile yoksul dervişi, yani madde ile manayı karşılaştırarak, nefsine hükmetmesini bilen dervişin varlık ve ihtişam içinde olan sultandan üstün olduğunu vurgulamıştır.

HOCA DEHHANİ(13. yy.)

    Çağdaşı şairlerden farklı bir yol izleyen ve şiirlerinde tasavvufa yer vermeyen Dehhânî, yaşadığı zamanı elden geldiğince zevk ve eğlence içerisinde geçirmekten yana olduğunu şiirlerinde vurgulamıştır.
     Türk edebiyatında ilk defa Türkçe kaside yazan ve Anadolu’da sultanlara ilk kez kaside sunan şair Dehhânî’dir. Ayrıca bu kaside Selçuklu sultanlarına sunulan son kaside olmuştur.
Şiirlerinde Farsça tamlamaları dönemine göre fazla kullanmıştır. Baki dahil birçok sanatçıyı etkiler.
Horasan Türklerindendir. Divan edebiyatının ilk şairi kabul edilir.


GÜLŞEHRİ

      1250 yılında Kırşehir’de doğduğu tahmin edilen Gülşehri, gençliğinde edebiyat ve tasavvuf öğrenmiştir. Kırşehir’de Sultan Veled’in isteği üzerine Mevlevi tekkesi kurmuş ve şeyhlik yapmıştır. İlk eseri Felek-nâme’yi Farsça yazan Gülşehrî, Mantıku’t-Tayr’ı ve diğer şiirlerini ise Türkçe yazmıştır. Böylece Türkçe eser yazmada öncü durumuna gelen Gülşehrî, Türkçe eser yazanların hor görüldüğü bu dönemde, Türkçeye olan sevgi ve bağlılığını açıkça ortaya koymuş bir şairdir. Türkçeye gönül veren Gülşehrî, kimsenin Türkçe yazmaya iltifat etmediği ve Türkçe yazanların da özür dilediği bir devirde Türkçe yazmakla övünmüştür ve bu dilin büyük savunucusu olmuştur.

1. Felek-name: 1301’de Farsça olarak mesnevî tarzında, yaratılmışların en yücesi olan insanoğluna, nereden geldiğini ve nereye döneceğini anlatmak amacıyla kaleme alınmıştır.
2. Mantıku’t-Tayr: “Kuş Dili” anlamına gelir. Gülşenname olarak bilinen eser İranlı şair Feridüddin Attar’ın aynı adlı yapıtından çeviridir. Alegorik bir eserdir. Aruz Risalesi ve Kerâmât-ı Ahî Evran diğer eserleridir.

ÂŞIK PAŞA

     1272-1333 tarihleri arasında yaşamıştır. Kırşehir doğumlu sanatçı Türk dilinin gelişme ve yayılmasında büyük hizmetleri olan ilk şairlerdendir. O dönemde moda olan Arapça ve Farsçaya karşı Türk dilini savunmuştur. Yunus Emre’nin etkisinde kalan şair, hem aruz hem de heceyle; sade ve içten bir Türkçeyle şiirler yazmıştır. Şiirlerini dil bilinci ile yazan Âşık Paşa, Batılı dil bilginlerinin ancak 18.-19. yüzyıllarda üzerinde durdukları “dilin oluşumu/ortaya çıkışı” konularını onlardan dört-beş yüzyıl önce daha geniş olarak dile getirmiştir. Bu yönüyle “genel dilbilimci” özelliği taşıyan şair, anlatımı da “dille (sözlü) anlatım” ve “kalemle (yazılı) anlatım” olmak üzere ikiye ayırmıştır.

Garibnâme: 10613 beyitlik bu mesnevi dini-tasavvufi bir içerikle hazırlanmıştır. Garibnâme’nin en önemli özelliğinden biri de eserin tercüme olmayıp telif olmasıdır. Bu durum bir bakıma Türk edebiyatının Farsça ve Arapça edebî eserlerin tercümesi ile işe başladığı gibi yanlış iddiaları da çürütmektedir.
Fakr-nâme, Vasf-ı Hâl, Hikâye, Kimya Risâlesi de Âşık Paşa’nın yazdığı küçük kitapçıklardır.


AHMEDİ


    1334-1413 yılları arasında yaşamıştır. 14. yüzyılın en büyük şairi olan Ahmedi, uzun yıllar divan katipliği yapmıştır. Divan şiirin kuruluşunda önemli rol oynayan şair, bütün şiirlerini din dışı konularda yazmıştır. Dili ağırdır. Ahmedi döneminde Divan şiiri İran etkisinden kurtulmuş; biçim ve konu yönünden zenginleşmiştir.

BİLİYORUM: Divan sahibi ilk Anadolulu şairi Ahmedi’dir.

Eserleri: Divan, İskendername,
               Tervihü’l-Ervah(tıp kitabı),
               Cemşid ü Hurşid: Mesnevi
               Mirkatü’l-Edeb: Arapça-Farsça manzum sözlük.



NESİMİ(14.yy.)


     Azeri-Türkmen sahasında gazeller, tuyuğlar, mesneviler yazmıştır. Aslında tasavvuf şairi de sayılabilir ancak içerik olarak Divan edebiyatı özelliklerine sahiptir. Divan şiirinin halka en iyi hitap eden sade örneklerini vermiştir. Nesimî’nin coşkun bir propaganda şairi olarak, pervasız bir şekilde, çekinmeden inandığı gibi söylemesi fitneye yol açmış sonunda Halep’te derisi yüzülerek öldürülmüştür.

Eserleri: Divan
              

KADI BURHANEDDİN


     1345-1398 yılları arasında yaşamıştır. Kayseri kadısının oğlu olup Mısır’da İslami ilimler, tıp ve astronomi öğrenimi görmüştür.
Babasının yerine Kayseri kadılığına getirilen şair daha sonra Sivas’ta sultanlığını ilan etmiştir. Akkoyunlularla yaptığı savaşta pusuya düşürülüp öldürülmüştür.
Kadı Burhaneddin’in çoğunu aruz, bir kısmını da heceyle yazdığı şiirlerinde Azeri Türkçesinin özellikleri görülür. Eserlerinde aşk, kahramanlığın yanında tasavvufa da yer vermiştir.
Kadı Burhaneddin gazel ve özellikle de tuyuğlarıyla tanınır. Arapça ve Farsça şiirleri vardır.

Eserleri:
Divan(Türkçe)


HOCA MES’UD

     14. yy. Germiyan Beyliği sahasında yazan şair Mes’ûd b. Ahmed’in hayatı hakkında faz­la bilgimiz yoktur.

Eserleri
: Süheyl ü Nev-bahâr, Ferheng-nâme-i Sa’dî

ŞEYHOĞLU

     14. yy. Germiyan Beyliği sahasında yazan Şeyhoğlu, 1340-1410 tarihleri arasında Germiyan Beyi Süleyman Şah'ın yanında nişancılık ve deftardarlık hizmetlerinde bulunmuştur. Daha sonra Yıldırım Bayezid'e intisab etmiş ve kaynaklarda kayıtlı olan ünlü eserini de ona sunmuştur.
Kenzü’l-Kübera: Anadolu sahasında yazılan ilk siyasetname örneğidir. Eser mensurdur.

Hurşid-name:
7640 beyit olup aruzun mefa'ilün/ mefa'ilün/ fe i lün kalıbıyla yazılmıştır. Mesnevidir.


                                               ERZURUMLU DARİR

     14. yy. sanatçısı Darîr Mısır’da Anadolu Türkçesi ile eserler verilmesinin zeminini hazırlayanlar arasındadır. Türk dili tarihi açısından bir başka öneme sahiptir. Memlûk-Kıpçak Türkçesinin Oğuzcaya dayalı bir yazı dili hâline gelmesinde, Darîr’in eserlerinin rolü büyüktür (Karahan 1994: 18). Bu eserlerin Memlûk sultanları meclisinde sevilerek okunması, Oğuzcalaşma olayının 14. asırda başladığını da ortaya koymaktadır. Aslen Erzurumludur.

Eserleri: “Kıssa-i Yûsuf”, “Sîretü’n-Nebî”, “Fütûhu’ş-Şâm Tercümesi” ve “Yüz Hadis Yüz Hikâye”

KUL MES’UD

     Hayatı hakkında yeterli bilgi olmadığı gibi tezkirelerde de adına rastlanmamış­tır. XIV. yüzyılın birinci yarısında yaşadığı kaydedilen Kul Mesud, 1334-1337 yılları arasında hüküm süren Aydın Emîri Umur Bey'in isteği üzerine ve onun adına “Kelîle ve Dimne”yi Farsçadan Türkçeye tercü­me etmiştir.

Kelîle ve Dimne: Anadolu sahasındaki ilk çeviri örnekle­rinden biri olan Kelîle ve Dimne aynı zamanda eserin ilk Türk­çe versiyonudur. Bedeba'nın eserinden çeviridir.


CELALÜDDİN HIZIR

      14.-15. yüzyılda Anadolu’da yaşamış olan hekimlerden “Hacı Paşa” olarak tanınır. Türkçeyi bilim dili olarak kullanmıştır.
Müntahâb-ı Şifâ: Anadolu sahasında yazılan ilk tıp kitaplarından birisidir.

Teshil: Tıp kitabıdır.

15. YÜZYIL

     Divan edebiyatı bu dönemde Şeyhi, Ahmed Paşa, Necati gibi büyük şairlerle Anadolu’da kuruluşunu tamamlamıştır. Orta Asya’da gelişen Klasik Çağatay edebiyatı ise eşsiz şairi Ali Şir Nevai ile en yüksek aşamasına varmıştır. Bir başka gelişme ise bu yüzyılın ortalarında “Dede Korkut Hikayeleri”nin yazıya geçirilmesidir. 13. ve 14. yüzyıllarda başlayan İran edebiyatının ünlü şairlerinin(Nizami, Selman, Sadi, Hafız, F. Attar, Senai…) Türk şairleri üzerindeki etkisi bu yüzyılda da devam etmiştir.

ŞEYHİ

     Şeyhü'l-ş-şuarâ unvanı ile anılan ve mahlası Şeyhî olan şâirin asıl adı Yûsuf Sinâneddîn’dir. Devrin kültür merkezlerinden olan Kütahya'da 1376(ö.1431) yılında dünyaya gelmiştir. Göz hastalıkları alanında ünlü bir tabib olması nedeniyle Hekim Sinan adıyla da ün kazanmıştır. Germiyan'ın Türkmen asıllı ileri gelen bir ailesine mensup olduğu tahmin edilir.

Harname: Türk mizah ve hiciv edebiyatının şâheserlerinden olan Harnâme, ince alay ve nükteleri ihtiva eden fâilatün mefâilün failün (fa'lün) vezniyle yazılmış 126 beyitlik bir mesnevidir. Çelebi Mehmet'e takdim edilen bu küçük mesnevinin telifine, “şâirin padişahı tedavi etmesi sonucu mükâfatını aldığı Tokuzlu adlı köye giderken tımarın eski sahipleri tarafından tecavüze uğraması” sebep olmuştur. Öküzlerin rahatına ve boynuzuna imrenen zavallı bir eşeğin sonunda kulaklarını kaybetmesi tasvir edilir. Alegorik(sembolik) bir tarzda yazılan eser Türk edebiyatının ilk FABL örneğidir.
Hüsrev ü Şirin: Şeyhî'nin her bakımdan en büyük eseri, Husrev ü Şirin mesnevisidir. İran hükümdarı Hürmüz'ün oğlu Husret ile Ermen meliki Mehîn Bânu'nun yeğeni Şirin arasındaki aşk mâcerâsını hikâye eden eser, mefâîlün mefâîlün faûlün vezniyle yazılmış olup 11 bölüm ve 6944 beyitten oluşmaktadır. Konuyu Genceli Nizâmî'nin aynı adı taşıyan eserinden almakla beraber, Şeyhî birçok bölümleri ve bahisleri daha uzun şekilde ve geniş ölçüde tertip etmiş, eserin üçte ikisini yeni baştan meydana getirmiştir. Böylece eser basit bir tercüme değil, klâsik bir mevzuun yeniden yazılması mahiyeti taşımaktadır. Eserde Senâî, Attâr, Mevlânâ ve Sa'dî'den de izler görülmektedir. Dil bakımından da başarılı bir eser olan Husrev ü Şirin, daha sonra kullanılmayan birçok Türkçe kelime de ihtiva etmektedir. Eski müelliflerce kendi konusunda yazılan mesnevilerin en güzeli olarak övülen eser, Şeyhî'ye büyük şöhret kazandırmıştır.
Diğer eserleri: Divan, Hab-name, Ney-name

AHMED PAŞA

     Doğum tarihi net olarak bilinmeyen Ahmed Paşa 1497 yılında vefat etmiştir. Haytta iken “Şairü’ş-Şuara” unvanını kazanmıştır. Gazel, kaside ve murabbalarıyla ün kazanan Ahmed Paşa, on beşinci yüzyılda Şeyhi’den sonra yetişen en büyük divan şairidir. Şiir dilinin sadeliği ve sanat yönü ile devrindeki şairlerin üstünlerindendir. Fatih’in hizmetkârlarından birine laf attığı için gazaba gelen Fatih, kendisini paşalıktan azleder ve hapsettirir. “Kerem kasidesi” unvanıyla tanınan 35 beyitlik meşhur kasidesini padişaha yollar ve affedilir. Dini tasavvufi konulara değinmeyen şair, Türk edebiyatında nazire yazma geleneğinin önde gelen temsilcilerindendir. Bursalıdır. Tek eseri vardır.

Eserleri
: Divan(Türkçe)

    NECATİ BEY (?-1509)

     Bir devşirme çocuğu olan ve fakir bir aileden gelen Necatî Bey, kendine özgü zengin hayâlleri ile süslü şiirlerindeki rindâne üslûp ve nükteli anlatımıyla övünür. Eşsiz cinasları, anlamca yeni ve dillerde atasözü gibi dolaşan şiirleri, Ahmet Paşa'nın şiirlerine yakın; sanat gösterişinden uzak, tabiî oluşu nedeniyle de Zatî'nin şiirlerinden üstündür. Türk Edebiyatı'nın İran etkisinden uzaklaştırılmasında büyük katkılarda bulunmuş, şiire canlılık kazandırmıştır. Necatî Bey, Türkçe söz ve ibareleri şiire sokarak bir çığır açmış, Millîleşme Akımı'nın ilk öncülerinden olmuştur. Türk şiirine, adeta bir kişilik kazandırmış, millî ruh ve zekâmızın mührünü vurmuştur. Şiirinde az ve öz anlatım yolunu seçmiş, zaman zaman kendi şiirini de övmüştür. Anlatımı atasözü tarzındadır.
Eserleri: Divanı ve Münâzara-i Gül ü Husrev adında henüz ele geçmemiş bir mesnevisi vardır.

      ALİ ŞİR NEVAİ

     Çağatay sahasının tartışmasız ilahı olan Nevai, 1441-1501 yılları arasında Herat’ta yaşamış ve ölmüştür. Sultan Hüseyin Baykara ile okulda ders arkadaşıydı. İkisinden hangisi devlet idaresine geçerse diğerini unutmamak üzere aralarında sözleşmişlerdi. Ardından Hüseyin Baykara sultan olmuş ve Nevai’yi yanına aldırmıştır. Hayatı boyunca Türkçenin İran edebiyatı seviyesinde eserler verecek kadar zenginleşmesi için çalışmıştır. Türkçenin söyleyişlerine uygun kullandığı sözcüklerle sonraları ”Nevâî dili” olarak vasıflandırılacak olan özgün bir söyleyişe sahip olmuştur. O, Kaşgarlı’dan sonra Türk dünyasının en büyük dilcisidir. Nevai’nin şair meclisinden şehzadeler eksik olmamıştır. Şiir sanatından başka hat, resim, mûsiki ve mimari sanatlarıyla da ilgilenen Nevâî bu sanat dallarında da eserler veren çok yönlü örnek bir şahsiyettir.
     “Nevâî’nin Divan şiirinde tam bir tekamül seviyesine ulaştırdığı milli nazım şekilleri arasında tuyuğ gibi zarif bir şekil; milli zevke uyarak ve bilerek kullandığı redif ve cinaslı kafiyeler ve aliterasyonlar vardı. Türkçe kök ve eklerin Arap ve Fars kelimeleriyle de birleşerek meydana getirdikleri yeni cinaslar, Nevâî’nin dilinde Türkçeyi alabildiğine zenginleştiren bir zevk unsuru seviyesine varmıştı.” N. Sami Banarlı

    Türkçe şiirlerinde Nevai, Farsça şiirlerinde ise Fani mahlasını kullanan Nevai, Türk edebiyatında hamse sahibi ilk şairdir. Ayrıca Türk edebiyatının ilk tezkiresini kendisi yazmıştır. Bilinçli bir dil milliyetçisidir.

Muhakemetü’l-Lügateyn: İki dilin karşılaştırılması anlamına gelir. Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Özellikle Türk dilinin hayvan isimleri ve fiil zenginliği yönünden Farsçadan daha üstün olduğunu söyler.
Mecalisü’n-Nefais: Çağatay Türkçesi ile Semerkant’ta Hüseyin Baykara adına yazılan Mecalisü’n-Nefâis’in asıl değeri Türkçede yeni bir türü, şairler tezkiresi geleneğini başlatmış olmasından çıkagelir. Türkçede yazılmış ilk sairler biyografisidir. Tezkireyi sekiz kısma ayırmış ve her kısma "meclis" adını ver­miştir.

Mizanü’l-Evzan:
Türkçe olup bu eserde, Orta Asya Türk nazım şekilleri hakkında bilgiler ve örnekler verilmektedir. Ayrıca aruzu sistemleştirmeye çalışmıştır.

Hamse
: 1.Hayret-ül-Ebrar
2.Ferhad ve Şirin 3. Leyla vü Mecnun 4.Seb’a-i Seyyare 5.Sedd-i İskenderi

Diğer:
Lisan-üt-Tayr,
Nesaim-ül-Mehabbe, Nazm-ül-Cevahir, Tuhfet-ül-Müluk, Münşeat (Türkçe), Sirac-ül-Müslimin, Tarih-ül-Enbiya(Türkçe), Mahbub-ül-Kulub … Bunun dışında 1’i Türkçe, 5 divanı vardır.

SÜLEYMAN ÇELEBİ

     Bursa’da, 1351 yılında doğduğu tahmin edilen Süleyman Çelebi, İslâmî Türk edebiyatının ileri gelen mesnevî şairlerindendir. Hayatı hakkında çok bilgi yoktur. Kesin olarak bilinmemekle beraber, Ahmet Paşa’nın oğlu Şeyh Mahmud’un torunu olduğu sanılıyor. İyi bir öğrenim görmüş, iyi bir terbiye almış, zamanın ilimlerini iyice öğrenmiş, âlim, ârif ve kâmil bir insandır. Ulu Cami’de imamlık da yapmıştır.

Mevlid: Mevlid (Vesîletü’n-necât)’in asıl metni sade ve etkili bir üslûpla kaleme alınmıştır. Bu eserden sonra 30’u aşkın mevlid yazılmasına rağmen hiç biri Süleyman Çelebi’ninki kadar üne kavuşamamıştır. Hz. Muhammed’in hayatını destansı biçimde anlatarak onun diğer peygamberlerden üstün olduğunu kanıtlamak için yazılmıştır. Eser şu bölümlerden oluşmuştur:
Münâcaat: Allahü teâlâya yalvarma
Velâdet    : Peygamberimizin doğumu
Risâlet     : Peygamberliğin bildirilişi
Mîrâc      : Göklere çıkışı, cenneti ve cehennemi görmesi
Rıhlet      : Peygamberimizin vefâtı
Duâ 

ZEYNEP HATUN

     Divan şiirinin bilinen ilk kadın şairidir. 15. yüzyılda yaşamış bir kadı kızı ve bir kadı eşidir. Çağdaşı olan Mihri Hatun ile aralarında latifeler ve karşılıklı şiir söyleşmeleri var. Divan’ı, Sultan Mehmet adına düzenlendi. Zeynep Hatun, şiirlerinde, kadının isteklerini, açgözlülük olarak nitelendirir ve döneminin kadınının aşağılık konumundan sıyrılma isteğini anlatır.
Divan

MİHRÎ HATUN

     1460 ya da 1461′de Amasya’da doğdu ve 1506′da yine burada öldü. Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa’dır. “Mihrî” mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya’dan (Belâyî) aldı. Hiç evlenmedi. Mihrî Hatun, Zeynep Hatun’la birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerindendir. Güzelliğiyle bölgede ün salan Mihri Hatun, sade bir dille yazdığı kaside ve gazelleriyle tanınır. 

       EŞREFOĞLU RUMİ

     Bursa, Ankara, Suriye gibi yerleri dolaştıktan sonra İznik’te bir tekke ve tarikat kurmuş, Hacı Bayram Veli’nin etkisinde bir tasavvufçudur. Divanını oluşturan şiirlerden bir bölümünü aruzla, bir bölümünü ise sade halk dili ve heceyle, dörtlükler halinde kaleme almıştır.    

Müzekki’n-Nüfus (nesir)

DÖNEMİN PADİŞAH ŞAİRLERİ: Avni(F.S.M.), Adli(II. Bayezit), Muradi( II. Murat), Cem Sultan

                                                       16.YÜZYIL

     16. yy. Divan edebiyatının, özellikle şiir alanında en parlak çağıdır. Kısaca Divan edebiyatının “altın çağı”dır diyebiliriz. 16. yy. ayrıca Osmanlı Devleti’nin siyasi ve sosyal bakımdan en parlak dönemidir. 13. ve 14. yüzyıllar boyu kuruluş aşamasında olan Türk Divan şiiri 15. yy.da bu kuruluşu tamamlamıştır.16. yy.a gelindiğinde ise Arap ve Fars taklitçiliği Baki, Fuzuli gibi şairlerin öncülüğünde sona ermiş; Türk Divan edebiyatı özgünlüğe kavuşmuştur.  Anadolu dışında da gelişimini sürdüren Divan edebiyatı Azeri Türkçesinde Fuzuli, Çağatay Türkçesinde ise Babür Şah önem kazanmıştır. Türkçeye giren yabancı sözcük sayısı artmış, böylece Türkçe-Arapça-Farsça karışımı olan Osmanlı Türkçesi oluşmuştur. Türkçenin yozlaşmasından kaygılanan kimi şairler Türkçe yazmaya yönelmiştir. 15. yy.da Aydınlı Visali’nin başlattığı çabalar 16. yy.da Tatavlalı Mahremi ve Edirneli Nazmi ile “Türki Basit” akımına dönüşmüştür. Ancak bu şairlerin güçsüz olması nedeniyle pek kabul görmemiştir.
     Aynı yüzyılda yerel söyleyişlere dayalı Mahallileşme akımı belirmeye başlamıştır. Baki’nin müjdecisi olduğu Mahallileşme, hem kendi döneminde hem de sonraki dönemlerde birçok şairi etkilemiştir. 16. yüzyıl, edebiyatımızda “şehrengiz” yazıcılığının da gelişme dönemidir. Türk edebiyatının ilk şehrengizi 15. yy.da Mesihi’nin yazdığıEdirne Şehrengizi” dir. Divan edebiyatının ilk şehrengizleri olan Zati’nin “Edirne Şehrengizi” ile Lamii’nin “Bursa Şehrengizi” bu dönemin ürünüdür.
  Tezkireciliğin temelleri bu yüzyılda atılmıştır. İlk tezkire, Edirneli Sehi Bey’in “Heşt Behişt(Sekiz Cennet)” adlı tezkiresidir. Diğer tezkireciler ise: Latifi: Latfi Tezkiresi, Aşık Çelebi: Meşairü’ş-Şuara, Kınalızade Hasan Çelebi: Tezkiretü’ş-Şuara, Ahdi: Gülşen-i Şuara’dır.

FUZULİ

     Fuzuli’nin, 1480'de Kerbela'da doğduğu ve 1556'da yine Kerbela'da öldüğü sanılır. Gerçek adı Mehmed b. Süleyman'dır. Sadece 16. yy.ın değil Divan edebiyatının en büyük şairi olan Fuzuli, Irak’ta yaşamış ve Azeri Türkçesiyle yazmıştır. Platonik aşkı işlediği ilk şiirleri ve diğer eserleri dünya çapında üne sahiptir. Arapça ve Farça eserleri de vardır. “İlimsiz şiir, temelsiz duvara benzer.” diyen şair, güçlü ve etkileyici sözleriyle birçok şairi etkilemiştir. Dini-tasavvufi bir yönü vardır. Şaire göre insan ıstırapla doludur; aşk ıstırabı olan bu sıkıntı insanı olgunlaştırıp “kamil insan” mertebesine ulaştırır. O var olmayı aşk ıstırabına bağlar.

Beng ü Bade: Afyonla şarabın karşılaştırılıp şarabın üstün olduğu sonucuna varılan Beng-i Bade, aruzun “feilâtün mefâilün feilün” kalıbıyla yazılmış olup 444 beyitten müteşekkildir. Safevî hükümdarı Şah İsmail’e sunulan eser, alegorik bir yapıya sahiptir. Ali Yıldırım’a göre “beng” ve “bade” Beyazıd ile Şah İsmail’i temsil eder. Fuzuli “Beng ü Bade”de sadece Osmanlı Devleti’nin padişahı ile Safevi Devleti’nin şahını anlatmamış, bu kişilerin timsalinde Osmanlı ve Safevi toplum yapısını da irdelemiştir.

Leyla ile Mecnun: Türk edebiyatında da birçok şair tarafından ele alınmış, ancak en çok beğenilen "Leyla ile Mecnun" hikâyesini Fuzûlî yazmıştır. Fuzûlî bu mesvisini, Kanûnî'nin Bağdat'ı fethinde görüştüğü Hayali Bey ve Yahya Bey'in tavsiyeleri üzerine kaleme almıştır. Fuzulî'nin 3036 beyitten oluşan "Leyla ile Mecnun" mesnevisi klasik mesnevi geleneğine uygun olarak tevhid, münacaat, naat, eserin yazılış sebebi, asıl hikâye gibi bölümlerden oluşur. İlahi bir aşk dile getirilmiştir.

Şikayetname: Fuzuli'nin Nişancı Celalzâde Mustafa Çelebi'ye yazdığı mektup. Şair, Bağdat vakıflarının masraf artığından kendisine bağlanan günde dokuz akçalık tahsisatını, elinde berat olduğu hâlde alamayınca dönemin nişancısına bu mektupla başvurur. Mektup 16. yüzyıl nesrinin özelliklerini taşır. Sanatlı, ağır bir üslupla yazılmış, ayet, hadis ve manzum parçalarla süslenmiştir. Mektubun:
 "Selâm verdüm rüşvet degüldür deyu almadılar
   Hüküm gösterdim fâidesüzdür deyu mültefit olmadılar.
" biçiminde başlayan bölümü ünlüdür ve dil bakımından en yalın olan bölümdür.

Diğer: Türkçe, Farsça, Arapça Divan; Kırk Hadis Tercümesi, Hadikatü’s-Süada, Sıhhat u Maraz, Rind ü Zahid, Sakiname…

ZATİ

     1471-1546 yılları arasında yaşamış Balıkesirli bir şairdir. Söyleyişinde incelik ve estetik vardır. Baki’nin yetişmesinde büyük katkıları olmuştur. Bunların yanında ilk şehrengiz yazanlardan birisidir. Döneminde Baki ve Fuzuli’yle birlikte Divan edebiyatını taklitten kurtarmışlardır.
     Zati, para kaygısı nedeniyle ısmarlama gazel ve kasideler de yazmıştır. Duyma engelli olduğu için devlet işlerinde çalışmak istememiş, ayakkabı tamir dükkanında birçok şaire üstatlık yapıp yol göstermiştir. Medrese eğitimi almamasına rağmen olağanüstü yeteneğe sahip olan Zati’nin şiirlerinden yola çıkarak Farsça bildiği söylenebilir. Ziya Paşa onu “Türk şiirine temel koyan şairlerin üçüncüsü” olarak nitelendirmiştir.

Eserleri:
Divan, Şems ü Pervane(mesnevi), Edirne Şehrengizi, Ahmed ü Mahmud, Ferruh-name

BAKİ

     1526-1600 yılları arasında yaşamış, dönemin ikinci büyük şairi olan Baki, Divan edebiyatının "Sultanü'ş Şuara"sıdır. İstanbul doğumludur. Çok iyi eğitim görmüş, bunun sonucunda değişik medreselerde müderrislik yapmıştır. İlmiye sınıfından olan Baki, şeyhülislamlığı çok istemiş fakat buna bir türlü ulaşamamıştır.
     Dili çağına göre sadedir. Tekniğinin güçlü olmasının yanında İstanbul Türkçesini başarıyla kullanan biridir. Ahenk ve musikiye önem vermiş, söz seçiminde de seçici davranmıştır. Yer yer çok sade ve doğal bir Türkçe ile beyitler yazan Baki, halk deyimlerine bolca yer vermiştir. Söz sanatlarında oldukça başarılı olan şairin sanatsız beytinin olmadığı söylenir. Divan edebiyatını Arap ve İran edebiyatıyla boy ölçüşebilecek dereceye getiren baki “tasavvufla hiç ilgilenmemiş, şiirlerinde tasavvufa yer vermemiştir.” Yer yer dili son derece ağır, Arapça ve Farsça tamlamalarla yüklüdür. Hiç mesnevi yazmamasının yanında gazel türünün en önemli temsilcisidir. Mahallileşme akımının başlamasında etkilidir.

BİLİYORUM:
Baki denince akıllara ilk gelen, kuşkusuz, çok sevdiği cihan sultanı Kanuni’nin ölümü üzerine yazdığı ağıt niteliğindeki Kanuni Mersiyesidir.

BİLİYORUM:
Baki’nin mesnevi türünde eseri yoktur.

Eserleri: Kanuni Mersiyesi(terkib-i bent), Divan, Fazailü’l-Cihad, Fazail-i Mekke, Hadis-i Erbain Tercümesi

HAYALİ BEY

     Hayâlî Bey’in asıl adı Mehmed, lakabı Bekâr Memi’dir. Selanik’in kuzeydoğusundaki Vardar Yenicesi’nde doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. Kanuni’nin en sevdiği şairlerden biri olan Hayali, seferlerde orduya eşlik de etmiştir. Rodos Kuşatması ve Bağdat’ın fethine katılmışlığı vardır. Fuzuli’yle de Bağdat Seferi’nde tanıştığı ileri sürülmektedir.
     Şiirdeki yeteneği dolayısıyla Melikü’ş-şuara(Şairler Sultanı), Diyar-ı Rum’un Sultan-ı Şuarası, Hayal-i Meşhur gibi unvanlarla çağırılmıştır. Tüm bunlar Hayali’ye ün sağladığı gibi düşman da kazandırmış, birçok hiciv ve alaya maruz kalmıştır. En büyük özelliği rind edası ve dünyâya kalenderce bakışıdır. Tasavvufî şiirlerinde bile rindlik ve kalenderlik sezilir. Birçok bakımdan Bakî ile aynı derecede başarılı şiirlerinde tasavvufu işlemesi yönünden ondan da üstün bir şâir sayılabilir.
     Sade bir dille yazmasının yanında imgesel ve derin hayal dünyasını yansıtan motiflere yer vermesi onu özgün ve teknik açıdan yetenekli bir şair yapmıştır.
     1556 yılında Edirne'de ölmüştür.

     Bilinen tek eseri Divan’ıdır.

HAYRETİ

     16’ncı yüzyılda Vardar’da dünyaya geldi. Asıl ismi Mehmed’dir. Önce Gülşeni tarikatına girdi, ardından Bektaşi oldu. Vezir İbrahim Paşa, sunduğu kasideyi çok beğenince şaire bir tımar vermek istedi. Ancak Padişah Yavuz Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ı küçümseyen şiirleri olduğunu görünce vazgeçti. Daha küçük bir tımar verdi. Hayretî ömrünün sonuna doğru gözlerini kaybetti. 1534’te öldü. Kalenderlik, yiğitlik, samimiyet, coşkunluk dolu şiirleriyle tanınır.

Eserleri
: Divan

KARA FAZLİ

     Klâsik Türk edebiyatında Gül ü Bülbül adlı mesnevîsiyle tanınmış olan Fazlî, Kânûnî Sultan Süleyman devri (1520-1566) sairlerindendir. Tasavvufa eğilimine rağmen mutasavvıf bir sair değildir. Dîvân’ında yer alan şiirlerinde Türkçe kelimelere ağırlık vermiş, deyim ve atasözlerinden de yararlanarak konuşma diline dayanan sağlam bir Türkçe oluşturmaya çalışmıştır. Bu özelliğinde Türkî-i Basit akımı ile birlikte Zâtî’nin etkisi büyük rol oynamıstır. Hamse sahibidir.
Gül ü Bülbül: Kara Fazlî’nin Gül ü Bülbül’ü bu eserler içinde en hacimlisi olup en çok beğenilenidir. Fazlî, aruzun “fâilâtün mefâilün fâilün” kalıbıyla yazdığı 2450 beyitlik mesnevisini 960’ta (1553) tamamlayarak Kanûnî Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa’ya ithaf etmiştir. Tamamen temsilî (alegorik) bir tarzda kaleme alınan eser 390 beyitlik bir girişle başlamaktadır. Telif sebebinin de açıklandığı on bölümlük bir giriş kısmından sonra asıl konuya geçilmektedir. Hikâyenin kahramanlarını çiçek ve bitkilerden gül, lâle, nergis, sûsen, menekşe, servi, sümbül; tabiat varlıklarından jâle, ırmak, güneş, meltem, şimşek, gülşen; mevsim ve aylardan bahar, temmuz, hazan, kış ve nevruz; kuşlardan da bülbül oluşturmaktadır. Fazlî bu eserinde eski şiir ve sanat anlayışının ortaya koyduğu bütün mecazları ve sanat oyunlarını başarılı bir şekilde uygulamıştır. Teşhis ve intak sanatının güzel örneklerinden biri olan Gül ü Bülbül’de şair her kahramanın mücerret bir mefhumun karşılığı olduğunu belirtmektedir. Buna göre Gül ruhu, Bülbül gönlü, Gülşen teni, Nergis sağduyuyu, Meltem nefsi, Servi doğruluğu, Irmak saflığı, Jâle şevki, Sûsen şecaati, Menekşe tevazuu, Lâle ebedî sevgiyi, Sümbül hasedi, Diken kin ve kibri, Şah Temmuz gazabı, Hazan Şah şehveti, Şah Şitâ fesadı, Nervuz Şah mânevî aydınlığı ifade etmektedir


Diğer Eserleri: Hüma vü Hümayun(mesnevi), Luccetü’l-Esrar(mesnevi), Dîvân, Rubâ’iyyât,


                                                    KEMAL PAŞAZADE

     Osmanlı âlimlerinin en meşhurlarındandır. İsmi, Ahmed bin Süleymân bin Kemâl Paşa’dır, “İbn-i Kemal” diye de anılır. 1468 ’de doğmuştur. 1534’da İstanbul’da vefât etmiştir. Kemâl Paşazade, 1527’de ise şeyhülislâmlığa tâyin edilmiştir. Büyük bir âlim olduğu gibi; güçlü bir târihçi, değerli bir edîb, kuvvetli bir şâirdir. Tasavvufta da ileri derece sahibidir. İslâmî ilimlerden başka dil ilmi ile de uğraşan Kemâl Paşazade Arapçayı esas alarak Galatât adlı bir eser yazmıştır. Dîvân şiirinin bu asırda önde gelen şâiri olup Dîvân’ı ile Yûsuf u Züleyhâ mesnevîsi meşhurdur. Fakat daha ziyâde ağır bir dille yazdığı Tevârih-i Âl-i Osman adlı eseri ile tanınmıştır.
BİLİYORUM: Kemal Paşazade devrin en büyük alimi olmasının yanı sıra önemli bir tarihçi, din bilgini ve şairidir. Şiirlerinde ise mahlas kullanmamıştır.
Tevârih-i Âl-i Osman: İbn-i Kemal’in, padişah II. Beyazıd’ın emriyle yazmaya başladığı bu eser, devletin kuruluşundan başlayarak II. Beyazıd devri sonuna kadar gelir. Sultan Süleyman’ın isteği üzerine devam ederek Yavuz Sultan Selim devrini ilave etmiş ve Kanuni devrinde 1526-1527 tarihinde gerçekleşen olayları da eserine alarak Mohaç Muharebesi’ni takiben gelen Budin’in Fethi olaylarını da ekleyerek genişletmiştir. Böylece 234 yıllık bir süreyi içeren 10 defter bir araya getirilmiş ve bu eserler, II. Beyazıd ve Kanuni dönemlerinde yazdırılmıştır. Mohaç Seferi’ni anlatan 10. defter Tarih-i Engürüs ve Fetihname gibi farklı isimlerle ayrı bir eser olarak tanınmıştır.

NEV’İ

     1534-1599 yılları arası yaşamıştır. İlim sahibi, faziletli, tasavvufi mizaçlı, mütevazı, hoş görülüdür. Aşk konulu şiirlerinin yanı sıra didaktik şiirler de ele almıştır.
     Kaynaklar onun ilim sahibi, faziletli, tasavvufi mizaçlı, mütevazı, hoşgörülü bir şair ve insan olduğundan söz etmektedir. Uzun yıllar medrese hayatının içinde olması şiir anlayışını da etkilemiş aşk konulu şiirlerinin yanı sıra didaktik şiirler de ele almıştır. Nev’i'nin şiirlerindeki aşk anlayışı mecazi bir aşktır. Dünyevi aşktan söz edermiş gibi yazılan şiirlerinde sık sık tasavvufi terimler kullanılmış ancak kullandığı bu terimler terim olarak kalmıştır.
     Nevi söz sanatlarını maharetli bir ustalıkla kullanan edebi bilgileri oldukça kuvvetli mazmunlara ve devrin edeb anlayışıyla edebi zevkine hakim edebyatla ilgi çok zengin edebi malzemeye sahip usta bir şairdir. Şiirlerinde sık sık telmihler yapan Nevi başkaları tarafından kolayca söylenemeyen mazmunları bir çırpıda ifade edebilen ifade kaabileyeti yüksek bir şairdir.
Eserleri: Divan, Tercüme-i Hadîs-i Erbain (Kırk hadisin kırk kıt’a hâlinde tercümesi), Hasb-ı Hal, Nevâ-yı Uşşak

MUHİBBİ (Muhteşem Süleyman)

     “Yaptığın üç isabetli şeyi say deseler, biri muhakkak şair Baki’yi İstanbul’a getirip insanlığa kazandırmamdır.” Kanuni Sultan Süleyman
     Padişah şairlerin en üretkeni sayılan Muhibbi’nin ilk şiirleri, dil ve duygu bakımından başlangıç aşamasındadır. Bu şiirleri daha çok büyük babası II. Beyazıd’ın etkisinde yazdığı söylenebilir. Ayrıca bu şiirlerde bir Osmanlı muhitinden uzaklık havası sezilmektedir. Çok defa umumi ıstırap ve kanaat duygularını terennüm etmiştir. Bunun dışında kalan güzel ve olgun şiirlerinin padişah olup büyük şairlere yakından temas sonucunda olgunlaştığı ve sanatkarlık zevki kazandığı zamanlara ait olduğu söylenebilir.
     Şiirlerinde bir padişahtan çok sıradan bir insan olarak kimlik gösteren Muhibbi, aşkı, ıstırabı, kanaat ve alçakgönüllüğü, felekten şikayet etmek gibi şairlerin işlediği konuları işlemiştir. Onun şiirlerinde gurur ve büyüklenme duyguları görülmez. Tüm kudretine rağmen fakirlikten, kimsesizlikten ve sevgilinin vefasızlığından şikayet eder.
     Muhibbî en fazla şiir yazan Osmanlı padişahıdır. Ayrıca Zâtî'den sonra en çok gazel yazma rekoruna sahiptir. Biri Farsça olmak üzere dört divançesi vardır. Bunlardan birincisi 30 yaprak, ikincisi 118 yaprak, üçüncüsü ise 261 yapraktır. Farsça Divan’ı Prof. Dr. Coşkun Ak tarafından edebiyatımıza kazandırılmıştır.
Eserleri: Divan

TAŞLICALI YAHYA

     Yahya Bey kuvvetli bir Divan şairi olmakla birlikte Türk Edebiyatı'ndaki asıl yeri mesnevi sahasındaki ustalığı dolayısıyladır. Bu taşralı şairin bir başka özelliği de sadece mesnevilerinde değil kaside ve gazellerinde de sade ve temiz bir dil kullanmış olmasıdır. Yahya Bey beş mesnevi yazarak bir hamse sahibi olmaya çalışmış ve bu amacına ulaşmıştır. Yahya Bey'in mesnevicilikte en üstün tarafı İran'da yazılmış olan örneklerden aktarmayarak kendi buluş ve ilhamlarına bağlı kalmasıdır. Devrinin bazı tiplerini, kıyafetlerini, manzaralarını, düşünce tarzlarını Yahya’nın Hamse'sinde görebiliriz. Gelecek asırlarda bilhassa Lale devrinde gelişerek yerlileşme akımının ilk belirtilerini Necâti ile birlikte Taşlıcalı Yahya Bey'de görmekteyiz. Sırf mesnevilerinde değil kaside ve gazellerinde de yerli çizgiler bulunmaktadır. Türkçe kelimeleri aruza uydurmak için başvurulan tatsız imaleler onda yoktur. Samimi ve akıcı bir üslubu vardır. Türkçe düşünmek ve Türkçe söylemek yolunda Necati'den başlayıp gelen ve Zâtî'nin çevresinde devam eden geleneğe bağlıdır.
      Talıcalı Yahya bulunduğu konuma gelebilmek için epey güçlükle karşılaşmıştır. Kanuni’ye çok yakın konumda olan Hayali’nin güçlü şair olma konumunu kaybetmemek adına yaptığı engellemeler ve kıskançlığıyla, birçok önemli şair gibi, savaşmak zorunda kalmıştır. Hayali tarafından uzun bir süre küçümsenmiştir. Yahya Bey küçüklüğünde devşirme olarak Yeniçeri Ocağı’na da katılmış, Yavuz Sultan Selim’in Mısır ve Çaldıran seferlerinde asker olarak bulunmuştur.

Şâh u Gedâ: Eser, sevgilide ilahi güzelliği görerek ona platonik bir aşkla vurulan Gedâ adlı biriyle Şâh adlı sevgilinin hikayesidir. Bu hikaye ilk defa Fars edebitında Hilali tarafından mesnevi türünde kaleme alınmıştır. Fakat Yahya Efendi bu eseri özgün bir şekilde kaleme almıştır.Eser aruzun “fe’ilatün, mafa’ilün, fe’ilün” kalıbıyla oluşturulmuştur.
BİLİYORUM: Şah u Geda’da olayın geçtiği mekanın İstanbul(Atmeydanı ve Ayasofya) olması ve yerli konulara değinilmesi onu diğerlerinden faklı kılar.

Yusuf u Züleyha: Yahya Bey'in bu eseri, özellikle aşk ve ihtiras sahneleriyle esere özgün bir hava katmıştır. Şair bu eserinde daha çok beşeri bir aşkı işlemeye yönelmiştir. Züleyha bu eserde aşk ve ihtirasın sembolü haline gelir. Yusuf ise dini ve ahlaki inanışlarıyla Züleyha’nın aşk ve ihtiras duygularına direnen bir erdem ve nefsine hakim inanç adamı kimliğinde anlatılır. Türk Edebiyatı'nın belki de Şark Edebiyatı'nın bu konuda meydana getirdiği en başarılı eserdir. 16. yy.da Talıcalı Yahya’dan başka Yusuf u Züleyha mesnevisi yazan başka şairler de vardır: Kemal Paşazade, Abdurrahman Gubari ve Şerifi gibi… Fakat en beğenileni Talıcalı Yahya’nınki olmuştur.

Gencine-i Râz: Bu eserini Peygamber'i rüyasında görmesi üzerine yazdığını söylemektedir. Eser Kanûnî'ye ithaf edilmiştir. Çeşitli konularda yazılan makaleler kırk bölüme ayrılmıştır. Her makalenin sonunda konu ile alakalı bir hikaye vardır. Eser Hamse içinde telif tarihi taşıyan tek mesnevidir.

Diğer: Divan, Kitâb-Usûl, Gülşen-i Envâr…

                                               LÂMİ'Î ÇELEBİ

     1475-1532 yılları arasında yaşamış olan Bursalı şair Lami’i Çelebi’nin edebiyatımızdaki yerini belirleyen çeşitli yönleri ele alınıp sınıflandırılabilir. O bir divan şairidir. İki hamse sahibi olan Çelebi’nin aynı zamanda mükemmel ve müretteb bir divanı vardır. Lamii Çelebi Nakşibendi tarikatına mensuptur.

Eserleri: 46 eseri vardır. Absal u Salaman, Cabir-Name, Ferhad-Name, Firak-Name, Heft-Peyker, Hayret-Name…

BAĞDATLI RUHİ

     Hiciv ve ahlak şiirleri ile tanınan divan şairi. Bağdat’ta doğduğu için bu isimle meşhurdur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Şam’da ölmüştür (1605). Mevlevi tarikatına bağlı açık sözlü usta bir şairdi. Acı hakikatleri açıkça söylemekten çekinmez, dindar geçinen ikiyüzlülerin iç yüzlerini gösterirdi. Basit insanların kibirlerinden, bir çok zenginlerin bencil ve insafsız oluşlarından, kötü davranışlarından şikayetçi olurdu. Gazel ve kasidelerinde sadelik ve samimilik vardır. Bir divanı vardır. Divan’ında bulunan Terkib-i Bend’i Türk Edebiyatında bu tür eserlerin en üstünü sayılmaktadır. Tanzimat şairlerinden Ziya Paşa bile meşhur Terkib-i Bend’inde Bağdat’lı Ruhi’yi geçtiğini değil, ancak ona yetişebildiğini söyleyerek, Ruhi’nin şiir gücünü övmüştür. 


                                               BERGAMALI KADRİ

      “Ben herkesin at oynattığı bir meydanda sürmek istemedim atımı. Öyle bir meydana saldım ki dizginleri, o meydanda evvelce kimse at sürmemişti.”  Bergamalı Kadri
      Onun atını sürdüğü alan, Türkiye Türkçesinin dil bilgisi alanıydı ve gerçekten de ilk defa o bu meydanda eser vermişti. Ne yazık ki meydan ondan sonra da boş kaldı. Aşık Paşa’dan sonra Türkçeye önem veren ve bu konuda eser vücuda getiren birkaç bilinçli edipten birisidir.
      Bergamalı Kadri, 16. yy.da yaşamış, gençlik döneminde İstanbul’a gelmiştir. Bildiğimiz tek eseri Türkçe dil bilgisi kitabı olan
Müyessiretü’l-Ulûmü Kanuni’nin ünlü sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa’ya sunmuştur. Bunun dışında ne hayatını ne başka eserlerini bilebiliyoruz.
      Müyessiretü’l-Ulûm, şgarlı Mahmud’un kayıp eserinden sonra Türkçe yazılmış ilk gramer kitabımızdır. Eser XVI. yüzyılda Kanunî Sultan Süleyman’ın veziri İbrahim Paşa’ya sunulmuştur.  Eserin bir önemli noktası da yazım dilinin Türkçe olmasıdır. Zira o dönemlerde Türkçeyi konu alan birçok eser, genellikle Arapça konuşanlara Türkçeyi tanıtmak için yazıldığından Türkçe yerine Arapça olarak kaleme alınmıştır. Eserin dili aynı zamanda fazlasıyla açık ve rahat anlaşılabilir bir Türkçedir.


17. YÜZYIL

      Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme sürecine girdiği, siyasi ve sosyal bakımdan türlü sorunların yaşandığı 17. yüzyıl bilim, sanat ve edebiyatta çok verimli bir dönemdir. Edebiyatımız da bu yüzyılda hem nazım, hem de nesirde olgunlaşma dönemine girmiştir. Kaside üstadı Nefi birçok kaside şairini gölgede bırakmıştır. Gazelde ise Şeyhülislam Yahya, Neşâti, Nâili, Nâbi gibi üstatlar yetişmiştir.  Düzyazı alanında ise Evliya Çelebi, Naima, Kâtip Çelebi, Peçevi, Koçi Bey, Nergisî, Veysî gibi ünlü yazarlar vardır. Divan edebiyatında görülen hikemî tarz, Nâbî’nin öncülüğünde bu yüzyılda başlamıştır. Yine bu yüzyılda Sebk-i Hindî (Hint üslubu)   denilen yeni bir anlatım tarzı geliştirilir. Bu yüzyılda âşık edebiyatı da büyük gelişme göstermiştir. Başta Karacaoğlan, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Ömer, Gevheri gibi büyük saz şairleri bu dönemde yetişmiştir. Âşık tarzı Türk şiiri, bu yüzyılda yetişen Karacaoğlan'la altın çağını yaşamıştır. Gevherî ve Âşık Ömer'in şiirlerinde ise divan edebiyatının etkileri belirgin bir biçimde görülmeye başlamıştır. Halk hikâyelerinin en güzellerinden biri olan Kerem ile Aslı da bu yüzyılın anonim ürünlerindendir.


     SEBK-İ HİNDΠ 

      Edebiyatta (özellikle Divan edebiyatında) Hint tarzı, Hint üslubu demektir. Hindistan’da,
Babürlü Hint-Türk hükümdarlarının saraylarında, Farsça yazan ozanlarca geliştirilmiştir. Edebiyatımızda XVII. yüzyıldan başlamak üzere etkisini göstermeye başlamıştır. Sebk-i Hindi’nin edebiyatımıza ses, kafiye ve yeni kelime bulma yönünden etkileri olmuştur. XVII. yüzyıl Divan sanatçılarından Nef’i, Naili, Neşati; XVIII. yüzyılda ise Şeyh Gâlib gibi sanatçılar, bütünüyle bu akım içinde yer almamakla birlikte Sebk-i Hindî’den etkilenmişlerdir. Böylece, Sebk-i Hindî’nin “bilmeceyi andıran karmaşık manzum ve anlatımlar, hayal oyunları, güçlükle anlaşılır, beklenmedik ve alışılmamış benzetmeler, sentetik bir şiir dili” olarak sıralanabilecek özellikleri, divan şiirinin kalıplarını kırmak yerine bu kalıplarla oynamak ustalığına yol açmıştır. Şiirde bil-gece tutumun, atasözlerini kullanmanın, özdeyiş niteliği taşıyan dizeler düzmenin yaygınlaşması da bunun sonucudur. Sebk-i Hindî etkisindeki şairler günlük yaşamdan uzaklaşmışlardır. Açık ve düz olan anlatım yerine kapalı, mecazlı, güç anlaşılır bir şiir söylemişlerdir. Dilleri diğer şairlere göre daha ağırdır. 3’lü, 4’lü tamlamalara yer vererek anlaşılmaz olmayı amaçlamışlardır. Önceden kullanılan mazmunlar bu akımdan etkilenenler tarafından reddedilmiş, işitilmemiş yeni hayallere dayalı mecazlar kullanılmıştır.

NEF’İ

      Nefî, tahminen 1572’de Erzurum’un Hasankale (Pasinler) ilçesinde dünyaya geldi. Nefî övgüleri kadar, hatta daha fazla, yergileriyle şiir çevrelerini meşgul etmeye başladı. Hicivleri hayatına mal oldu. Tam olarak tarihi ve sebebi bilinmemekle birlikte, büyük olasılıkla 1635 yılının Ocak ayında IV. Murat’ın emri veya izniyle idam edildi. Nefî, kaside nazım şeklinde ulaştığı söyleyiş ve anlatım ustalığıyla çağdaşlarını olduğu kadar kendisinden sonra gelenleri de etkilemiştir. İyi bir öğrenim görmüştür. Nef'î, padişahlara ve döneminin devlet büyüklerine yazdığı kasidelerle, ayrıca hicivleriyle tanınmıştır. Nef'î, divan edebiyatının en önemli kaside şairidir. Kasidelerin nesib bölümlerinde kendine özgü tasvirleri ve hayal gücünün zenginliği ile başarısını ortaya koymuştur. Şiirlerinde sözün güçlü olmasına özen göstermiştir. Şiirlerinde ses öğesi çok önemlidir. Şiirlerinden kılıç şakırtılarının sesini duymak veya bahar manzaralarının kokusunu hissetmek mümkündür. Şiirlerinde dil oldukça ağır, ama akıcıdır. Şiirlerinde iç ahenge dikkat eden şair, tantanalı, mûsıkîli, ihtişamlı bir şiir dili oluşmuştur. Nef'î övgülerinde ve yergilerinde ölçüsüzdür; "mübalağa" onun sanatını açıklamada anahtar sözcüktür. Övdüklerini idealize ederek göklere çıkarır, yerdiklerini yerin dibine geçirir. Daha önce övdüğü birini, belli bir süre sonra hiç çekinmeden hicveder. Kendisinden birazcık zarar gördüğü herkesi hicvetmiştir. Babasından sadrazama kadar herkesi hicvetmiştir. Babasını, "Peder değil, başıma belâyı siyahtır bu." sözleriyle hicveder. Sivri dilinin cezasını canıyla ödemiştir; kementle boğularak öldürülmüştür. Kaside şairi olarak tanınan Nef’î'nin gazelleri de başarılıdır. Türkçe ve Farsça divanı vardır. Hiciv türündeki şiirlerini Siham-ı Kaza adlı bir kitapta toplamıştır. Mesnevisi yoktur.
   
Siham-ı Kaza: Nefî’nin en ünlü eseridir. Hicivlerinin bir araya getirildiği bu eserde, hicvin ve mizahın dibine vurmuştur. Latifelerden küfürlere, imalardan ithamlara kadar her düzeyde hicviye ihtiva eden bu eser, şairin eleştiri oklarının hedefi olan babasını, devrin bürokratlarını, şairlerini ve din adamlarını ortak paydada buluşturur.
  
Diğer:
Türkçe Divan, Farsça Divan

NAİLÎ

      İstanbul’da 1608-1611 yılları arasında doğduğu tahmin edilen Nailî’nin asıl adı Mustafa’dır. Bestelenmeye son derece müsait ve bugün için bile kolayca anlaşılan musammatlarıyla Türk şiirinin ilk şarkı şairi kabul edilir. 1666 yılında ölmüştür. Nailî daha çok, gazel şairi olarak tanınsa da diğer nazım biçimleriyle yazdığı şiirler de dikkati çeker. Kasidelerinde, Nefî gibi nesib yerine fahriyeyle şiirlerine başlar. Bu farklılığı ona Sebk-i Hindî sağlamıştır. Nailî’nin edebî şahsiyetinde bu üslubun bütün özellikleri görülmektedir. Derin ve girift anlam, insan mantığını zorlayan hayaller, daha önce kullanılmamış mazmunlar, ıstırap, tasavvufun ruhu olgunlaştıran engin sükûneti ve kendisinin bu sükûnete erememekteki üzüntüsü, anlaşılması zor zincirleme tamlamalar, az sözle çok şey anlatma gayreti, yeni kelimelerle zenginleştirilmiş ince ve süslü dil zevki onun şiirlerindeki genel özelliklerdir. Nailî’nin bugünkü bilgilere göre, bilinen tek eseri mürettep divanıdır.

NABÎ

      Hayriyye adlı ünlü mesnevisinden öğrendiğimize göre Nabî’nin asıl adı Yusuf olup 1642 yılında eski adı Ruha olan Urfa’da doğmuş; çocukluğunu ve ilk gençliğini memleketinde geçirmiştir. Nabî’nin şiirle düşünceyi birleştirerek açtığı hikemî şiir yolu, dönemi için yenilik sayılmış ve bu yolda hem kendi döneminde hem de daha sonra kendisini izleyen başka sanatçılar yetişmiştir. Nabî, şiirin o dönemde değişmeye, yenilenmeye ihtiyacı olduğu görüşündedir ve şiir vadisinde bu değişikliği yapma isteği ve azmiyle hareket eder. Ayrıca yapısı itibariyle de duygu yanından çok düşünce yanı olan bir kişidir. Böylece, yaşanan dönemin özellikleri; aklıselim, basiret, zekâ sahibi oluş; gözleriyle gördüğü her şeyden, yaşadıklarından hisse kapıp şiire aktaran bir kişilik; coşkun ve lirik şiir yazabilecek bir yaradılışa sahip olmayış ve şiirde yenilik arayışı, Yusuf Nabî’yi XVII. yüzyılın ikinci yarısında hikemî şiir tarzına yönelten önemli nedenler olarak karşımıza çıkar. Toplumcu bir şair olan nabi güzellikten çok iyi olanın peşindedir. Şiirlerinde rindane ve aşıkane duygulara pek rastlanmaz.
Hayriyye: Nabî’nin ününü yaptığı en önemli eserlerindendir. Halep’te 1701 tarihinde yazılmıştır. Nasihatname türünde yazılmış olan bu didaktik mesneviyi Nabî, oğlu Ebulhayr Mehmet için, onun hayatta izlemesi gereken yolu göstermek, ona öğüt vermek amacıyla yazmıştır. Beyit sayısı 1660 olan mesnevi, aruzun fe‘ilâtün fe‘ilâtün fe‘ilün kalıbıyla yazılmıştır.
Hayrabad: Nabî’nin Halep’te 1705 yılında yazdığı ikinci mesnevisidir. Âşıkane konulu eser, İranlı şair Feridüttin Attar’ın İlahîname’sinden etkilenilerek yazılmıştır. Hayrabad aruzun mef ‘ûlü mefâ‘ilün fe‘ûlün kalıbıyla yazılmış olup beyit sayısı 2000’e yakındır.

Diğer: Farsça Divançe, Türkçe Divan, Surname, Terceme-i Hadis-i Erbain, Fetihname-i Kamaniçe, Tuhfetü’l-Harameyn, Zeyl-i Siyer-i Veysi, Münşeat.

     SABİT (ö. 1712)

      Sabit, Nabî mektebi olarak bilinen ekolün içerisinde olsa da kendi şahsî üslubunu oluşturmuş şairler arasındadır. Atasözlerini, halk tabirlerini, günlük konuşma dilinin kelime ve tabirlerini şiire taşımakla tanınır. Şiirlerinde yerelliğe çok fazla rağbet ettiği, zaman zaman müstehcen ima ve ifadelere kaydığı görülür. Sabit’in hamse oluşturacak kadar mesnevisi vardır. Mesnevileri şunlardır:

Eserleri: Zafername, Edhem ü Hüma, Berbername, Derename, Amru’l-Leys


ŞEYHÜLİSLAM YAHYA (1553-1644)

      1622 yılından itibaren üç kez şeyhülislamlık makamına atanmıştır. Divan şiirinde ne söylendiği kadar nasıl söylendiği de önemlidir. Yahya, tam söyleyiş ustasıdır. Eski şiirin hüner tarafına fazla itibar etmez. Nedîm’in de işaret ettiği gibi Yahya, gazel şairidir. Gazellerindeki söyleyiş ve eda, sadelik Ziya Paşa’nın da dikkatini çekmiştir. Gazelde işlenen en önemli konu aşktır. Aşk anlayışını geleneğin içinden ifade ederken Yahya, tasavvufun sembolik dilini kullanır. Hayata rintçe bakar. Melamet anlayışının beslediği rintçe yaklaşım onun gazellerinin içeriğine, hatta edasına kadar yansır. Bu rintçe söyleyiş ve eda modern şairlerin de ilgisini çeker. Bu sayede onun “Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur.” türünden mısraları ve gazelleri antolojilere girer. Şiirlerinde mahallî unsurlara yer verir. Yahya, Nefî’yi överken ona “kâfir” imasında bulunur:

Şimdi hayli sühanverân içre
Nef ‘î manendi var mı bir şair
Sözleri seba‘-i mu‘allakadır
İmriü’l-Kays kendidür kâfir

Nefî’nin bu kıta karşısındaki cevabı oldukça incedir:

Bize kâfir demiş müftî efendi
Tutalum ben ana diyem müselmân
Varıldıkta yarın rûz-ı cezaya
İkimiz de çıkaruz anda yalan
Eserleri: Divan

NEŞÂTÎ

      Edirneli olduğu bilinen ve Divan edebiyatında Sebk-i Hindî tarzının öncülerinden olan Neşâtî yüzyılın gazel ustalarındandır. Kaside de yazmış olmakla birlikte, esas ününü gazelleriyle kazanmıştır. Kasidelerinde Nef'î'nin etkisi görülür. Neşâtî tasavvuf terbiyesi almış olmasına rağmen şiirlerinde mutasavvıf ruhu görülmez. Şiirleri içten ve duygulu olup daha çok âşıkane tarzda yazılmıştır. Neşâtî, Sebk-i Hindî'nin öteki temsilcileri olan Nâ'ilî ve Fehîm'le birlikte Kâmî ve Nâzım gibi kendisinden sonra gelen bazı şairleri etkilemiş ve bu şairlere üstatlık etmiştir. 1674'te yaşamını yitirmiştir.

Eserleri: Dîvân, Hilye, Edirne Şehr-engîzi, Şerh-i Müşkilât-ı Urfî


     NEV’İ-ZADE ATAYİ

      Mesnevileriyle ün yapmış bir şairdir. Atâyî’nin Dîvan’ı da olmakla birlikte asıl şöhretini hamsesi ile yapmıştır. Sâde ve akıcı bir dil ile yazılmış olan bu mesnevilerde, Sâkî-nâme dışındakilerde dinî, ahlâkî ve mahallî konulardan meydana gelen küçük hikâyeler anlatılır. Hamseyi meydana getiren bu mesnevilerin içinde İstanbul’a âit tasvirler ile yerli hayâtı anlatan özellikler bulunur. Bu özelliklerinden dolayı Atâyî’nin eserlerinin mesnevi edebiyatımız içinde özel bir yeri vardır.

Eserleri:
Hamse(1. Nefha-tü’l-ezhar, 2. Sohbetü’l-ebkâr, 3. Âlem-nümâ ( = Sâkî-nâme),
4. Heft-hân, 5 Hilyetü’l-efkâr), Dîvan
, Şekâyık Zeyli, Heft-hân

 
        NİYAZİ MISRÎ

      Niyazi Mısri, evliyanın büyüklerindendir. 17. yy. tekke edebiyatı şairi olan Mısri, Halveti yolunun Mısriyye kolu kurucusu ve şeyhidir. Mısri 1618 senesinde Malatya'nın Soğanlı köyünde doğdu. 1693 senesinde Limni Adası’nda vefat etti. Aruz ve hece ölçüsü ile yazdığı şiirlerini Divân-ı İlâhiyat isimli eserinde toplamıştır. Tasavvuf konulu eserlerinin yanında tefsir kitapları da kaleme almıştır. Yunus Emre'ye hayranlık duyan bir şairdir.
Eserleri: Şerh-i Esmâ-i Hüsnâ, Suâller ve Mısrî’nin Cevapları, Risâle-i Mısrî, Şerh-i Nutk-ı Yûnus Emre, Tâbirnâme, Mektûbât, Sûre-i Nûr Tefsîri, Risâle-i Vahdet-i Vücûd…

FEHÎM-İ KADÎM (1627- 1648)

       Divan edebiyatının Rimbaud'su… 17 yaşında divan sahibi olmuş, yirmi bir yaşında ölmüştür. Türk şiirine yeni bir duyarlılık getiren ve etkisi 20. yy.ın başlarına değin süren Sebk-i Hindi akımının Anadolu'daki ilk temsilcilerindendir. Nail-i Kadim, Neşati, Nabi, Şeyh Galip gibi şairleri etkilemiş, Encümen-i Şuaranın ilham aldığı şairlerin başında gelmiştir. Asıl adı Mustafa Fehim'dir. 1648 yılında vefat etmiştir. İran edebiyatını yakından izleyen ve lirik bir söyleyişi olan şairin karamsar bir yapısı vardır.

18. YÜZYIL

      Türk edebiyatı, 18. yüzyılda da gelişimini sürdürmüş, gerek nazım gerekse düz yazıda büyük sanatçılar yetiştirmiştir. Ancak bu yüzyılın edebi gelişmelerine asıl damgasını vuran, “Mahallileşme Cereyanı”denilen yerlileşme olayıdır. Önceki yüzyıllarda güçsüz şairlerin çabalarında kendini gösteren Türkçeye dönüş istekleri, bu dönemde güçlü şairlerin katılmasıyla bir Yerlileşme Akımı’na dönüşebilmiştir. Lâle Devri (1718-1730)’nin zevk ve eğlence dünyasından edebiyata yansıyan yaşantılar da bu gelişmeyi hızlandırmıştır. Böylece bir yandan Âşık edebiyatı, öte yandan İstanbul ağzı ve halk zevki, Divan edebiyatımız üzerinde etkili olmuş, ona daha ulusal bir çehre kazandırmıştır.     Divan edebiyatımız, bu dönemde iki büyük şair yetiştirmiştir. Bunlardan Nedim (öl. 1730) Yerlileşme akımının en önemli temsilcisi olmuştur. Kendine özgü bir söyleyiş tarzı yaratan Şeyh Gâlip ( öl. 1799) ise “Sebk-i Hindî” tarzının bu dönemdeki en önemli temsilcisi olmuştur. Koca Ragıp Paşa (öl. 1765), Nahifî (öl.1778), Fıtnat Hanım (öl.1780), Sünbülzâde Vehbî (öl. 1809) ve Enderunlu Fâzıl (öl. 1810) da bu yüzyılın önemli şairlerindendir.
     Nesirde ise tarih türünde Raşit, Çelebizade Âsım, Silahdar Mehmet Ağa; tezkirecilikte Safai, Salim Efendi ve İsmail Beliğ Efendi sayılabilir. Sefaretname türünde ise Yirmisekiz Mehmet Çelebi (öl. 1724)’nin Fransa Sefâretnâmesi önemlidir.
     Halk edebiyatına gelince; dinî-tasavvufî konuları işleyen şairlerin başında Pendnâme yazarı Diyarbakırlı Ahmet Mürşidî ile Marifetnâme şairi Erzurumlu İbrahim Hakkı adları anılabilir.
    Aşık tarzında da Âşık Ravzî, Âşık Mustafa, Âşık Kâmil, Âşık Nuri sayılabilir.
    Edebiyatımız bu dönemde, Batı edebiyatından etkilenmeye başlamıştır.

MAHALLİLEŞME (YERLİLEŞME)

     
Yerlileşme eğilimini ise biçim ve öz açısından iki ayrı düzeyde ele almak gerekmektedir: Biçimde yerlilik, dilde, söyleyişte yabancı sözcüklerden kaçınmak; Türkçeye yönelmek olarak özetlenebilir. Türki-i Basit (basit Türkçe) adı verilen bu akımın temsilcileri XVI. Yüzyıl ozanlarından Tatavlalı Mahremi ile Edirneli Nazmi’dir. Yabancı sözcükler kullanmadan salt Türkçe şiirler yazılabileceğini de kanıtlamayı amaçlayan bu eğilim yaygınlık kazanamamıştır.
      XVIII. yüzyılın sonlarında Nedim ile belirginlik kazanan yerlileşme eğilimi ise öze ilişkindir. Nedim’in divan şiirine yenilik getirdiğini söyleyenler, kalıpları kırdığını, bilinen manzumlarla yetinmediğini, yaşamı yansıttığını, yalın, akıcı bir söyleyişi olduğunu; şiirlerinde neşe ve alayın, ten zevkinin dile getirildiğini söylerler. Ama ondan önceki divan şiirine bakıldığında, bu sayılanların hiç de yeni olmadığı görülür. Dahası Nedim’deki neşeyi ve alaycılığı Baki‘de bile bulabiliriz. Hele Rumelili ozanlarda yerlilik, neredeyse genellenebilecek bir özelliktir. Kısacası Nedim’i gelenekten koparmak olası değildir. Ancak, yine de onda kendisinden önce gelenlerden, hatta çağdaşlarından ayrılan, realite ile hepsinden başka ve daha sıcak bir şekilde kaynaşmış bir tarafında bulunduğu görülür. Nedim’in şarkı biçimini yeniden canlandırması ve bu biçimin en güzel örneklerini vermesi yanında; yansıttığı dünya ne ölçüde gerçekse, gerçekliğe yaklaşırsa; duyguları ne ölçüde içten ve yürekten geliyorsa dili de o ölçüde gerçeğe yaklaşır. İstanbul Türkçesinin en güzel örnekleri sayılabilecek dizeler yazmıştır.


NEDİM

      1681’de
İstanbul’da doğan şairin asıl adı Ahmet’tir, çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından korunan Nedim, şiirleriyle devlet büyüklerinin takdirini kazanmış; Patrona Halil İsyanı sırasında ölmüştür(1730). O bir Lale Devri şairidir ve şiirlerinde İstanbul, İstanbul’un mesire alanları, eğlence yerleri önemli yer tutar. Bu yüzden ona, İstanbul şairi de denir. Şiirlerinde tamamen din dış konuları işlemiş; aşk, şarap, hayattan zevk alma vb. temalar üzerinde durmuştur. Nedim dilde ve nazım biçiminde yenilikler denemiş, dış dünyada gördüklerini izlenimleriyle birleştirerek bir bakıma resimleştirmiştir. Soyut bir dünyası olan Divan şiirine somutu sokmayı başarmıştır. Döneminin yaşantısını şiirleriyle çok iyi yansıtan Nedim’in kullandığı dil dönemin İstanbul dilidir. Mahallileşme Akımı’nın en güçlü temsilcisi olan şairin hece ölçüsüyle de bir şiiri vardır. O, şarkı türünün bulucusudur. Nedim’in en başarılı olduğu türler gazel ve şarkılardır. "Malumdur benim sühanım mahlas istemez." diyerek şiirlerinde mahlas kullanmamıştır.
Eserleri: Divan

ŞEYH GALİP

      1759’da doğan şair, Divan edebiyatının son büyük şairidir. Tasavvufa gönül vermiş, Mevlevi şeyhi olmuştur. Şiir dilinde, eskileri taklit etmeyi hoş görmemiş kendine özgü bir üslup yaratmıştır. Bu üslup, İran’da gelişen Sebk-i Hindi akımının etkilerini taşır. Şeyh Galip şiirlerinde halk söyleyişlerine, İstanbul ağzına yer verir. Hece vezni ile şiir denemeleri vardır. Bu özellik; onun da Mahallileşme Akımı’ndan yana olduğunu gösterir. Tasavvuf konu ve temalarının yanında dünyevi aşkı da işlemiştir.
    Önceleri Es’ad, sonraları Şeyh Galip mahlasıyla şiirler şiirler yazmıştır. Şeyh Galip bir iddia üzerine 1782’de Hüsn ü Aşk’ı yazmıştır.(Bir mecliste Nabi’nin Hayrabat’ını okunmuş, Şeyh Galip eserin o kadar güzel olmadığını söyleyince daha güzelini yazmaya davet edilmiştir. Galip de 6 ay içinde Hüsn ü Aşk’ı yazmıştır.) Galip Dede’nin heceyle yazdığı bir türküsü de vardır. 1799’da ölmüştür.
"
Aşıkta gam ü bela gerektir dil-dar ise bivefa gerektir."
Hüsn ü Aşk: Divan edebiyatının son büyük şairi Şeyh Galip olduğu gibi, mesnevi geleneğinin de son büyük halkası onun Hüsn ü Aşk adlı eseridir. Bu eserin önemini, en güzel ve en özlü biçimde Ziya Paşa, “Gelmişdir o şâir-i yegâne / Gûyâ bu kitâb içün cihâne” mısralarıyla açıklamıştır. Galip’in henüz 26 yaşındayken yazdığı Hüsn ü Aşk mesnevisi, 2042 beyit ve her biri altışar bent olan dört tardiyyeden oluşan bir eserdir. Eserde aruzun mef‘ûlü mefâ‘ilün fe‘ûlün kalıbı kullanılmıştır. Eserde, klasik mesnevilerdeki mukaddime, hikâye ve hatime bölümlerine yer verilmiştir.
Diğer: Şerh-i Cezire-i Mesnevi, Es-Sohbetü’s-Safiyye, Divan.

SÜNBÜLZADE VEHBÎ

      Aslında Maraş'ta doğmuştur. Ailesi, Sünbülzadeler, ulema sınıfına mensuptur. Vehbi'nin şiiri, şekil açısından çağdaşlarına göre çok üstündür. Ancak duygu sıfırdır; daha çok yerel ve günlük olaylara, alaycı ve cıvık bir gözlükle bakar, toplumsal bir ayna da sayılabilir. Sümbülzade Vehbi hece ve aruz vezniyle yazdığı şiirlerle tanınır. Vehbi Divan edebiyatı türlerinden RÜCU şiirleriyle ayrı bir ün yapmıştır. Rücu, mesajın ilk satırda tahmin edilenden çok farklı olduğunu ikinci satırda anlatan bir sanat türüdür. 1809’da ölmüştür.
Eserleri: Divan

ENDERUNLU FÂZIL

      Asıl adı Hüseyin olup Filistin’in Akka kalesine bağlı Safed kasabasında dünyaya gelmiştir. Nedim’in şiirlerinde görülen uçarılık ve rahat söyleyiş, Enderunlu Fazıl tarafından bir adım ötesine taşınarak cinselliğin farklı biçimlerde anlatımına dönüşür. Fazıl, İstanbul manzaralarını, sosyal olayları ve gerçek sevgili tipine ait güzellik unsurlarını kendine has bir yaklaşımla anlatır. Bu yönüyle Nedim’i çağrıştıran bir edası vardır. Özellikle şarkılarında bu yakınlık daha fazla sezilir. Mahallileşme Akımı’ndan etkilenmiştir.
Eserleri: Defter-i Aşk, Hub-name, Zenna-name, Divan.

KOCA RAGIP PAŞA

      Bu asrın Nedim ve Şeyh Galip’ten sonra akla gelen ilk isimlerden biri olan Koca Ragıp Paşa (1699 - 1763), aynı zamanda devrin büyük devlet adamlarından ve bilge şahsiyetlerinden biridir. Ragıp Paşa, az şiir yazmakla birlikte yazdığı az sayıdaki şiiriyle sadece devrinin değil, eski şiirimizin de önemli isimleri arasına girmeyi başarmış bir şairdir. Ragıp Paşa, hikemi şiirin bu asırdaki en büyük temsilcisidir. Gazellerinde Nabî ve Sâib (ö. 1671) tesiri son derece belirgindir. Birçok gazeli Nabî’ye nazire olarak yazılmıştır. Fıtnat Hanım’la karşılıklı latife ve nazireleri devrinde epeyce meşhur olmuştur.
Eserleri: Divan

ESRAR DEDE

      Gerçek adı Mehmed olan Esrar Dede 1748 İstanbul'da doğdu. Çok iyi bir eğitim gördüğü eserlerinden kolayca anlaşılabilmektedir. Arapça ve Farsça başta olmak üzere Rumca, Latince ve İtalyanca bilirdi. Dile olan ilgisi ve kabiliyetini, Lûgat-ı Tılyan isimli bir Türkçe - İtalyanca sözlük yazmış olmasından da anlıyoruz. Galata Mevlevîhânesi'nde tanıştığı Şeyh Gâlip ile ömür boyu dost kalmıştır. "Esrâr" mahlasını da, Şeyh Gâlip'e arz edip talebelerinden olunca almıştır. Şeyh Gâlip ile tanıştıktan sonra Şeyh Gâlip'in eğitimine girdi. Ömrü boyunca Galata Mevlevîhânesi'nde kendisine ayrılan odada yaşadı, eserlerini burda kaleme aldı ve 1796 yılında burada vefat etti.
Eserleri: Dîvan,  Tezkire-i Şuarâ-yı Mevlevîyye, Lügat-ı Tılyan (Italyanca-Türkçe lügat), Mübarek-Name

      FITNAT HANIM

      Tanzimat yazarlarınca “Hanımefendi Hazretleri” ve “Şairler Kraliçesi” gibi lakaplarla anılan Fıtnat Hanım (ö.1780), klasik edebiyattaki kadın şairlerin en meşhurudur. Fıtnat, devrinde fıkraları ve şairliğiyle oldukça meşhur olmuş, şiirleri elden ele dolaşmış bir şairdir. Bazı gazelleri bestelenmiştir. Fıtnat, renkli kişiliğiyle olduğu kadar, küçük divanıyla da sonraki asırda da unutulmamıştır. Fıtnat’a gelinceye kadar, edebiyatımızda yetişen kadın şairlerin sayısı Zeynep Hatun, Mihrî Hatun, Ayşe Hubba Hatun gibi birkaç isimle sınırlıyken ondan sonra kadın şairlerin sayısında büyük bir artış olmuştur.

          NEŞ'ET

      18. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış ünlü Mevlevî şairlerindendir. Koca Râgıp Paşa ile Şeyh Galip arasında yaşamıştır. Mürettep bir Dîvân'ı olan Neşet'in edebiyattaki önemi daha çok genç şairleri yetiştirmesinden kaynaklanır. Vasat bir şair olmasına karşın, iyi bir ustadır. Şeyh Galip de Hoca Neş'et Efendi'den ders almıştır. Ayrıca dönemin genç şairlerine mahlas vermekle de tanınmıştır. Mevlânâ'dan etkilenen Neş'et daha çok Nâbî tarzında şiirler yazmıştır.

Eserleri
: Dîvân, Tufân-ı Ma'rifet, Terceme-i Şerh-i Dü Beyt-i Molla Câmî.


    19. YÜZYIL

      19. yy Türk edebiyatı; Divan edebiyatı, Halk edebiyatı ve Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatı olmak üzere üç alanda gelişme göstermiştir. 17. yy.dan sonra Divan edebiyatı ile Halk edebiyatının birbirinden etkilendiği bilinmektedir. 19. yy.da bu etkileşimin belirgin bir biçimde sürdüğü gözlenmektedir. Bu arada, Divan edebiyatı geleneğini sürdüren kimi sanatçılarda Batı edebiyatının etkileri görülmeye başlamıştır. Yerlileşme, bu dönemim divan geleneği şairlerinde de sürmüştür. Yerel renk ve motifler; deyim, atasözü türü yerli kültür ögeleri şiirlerde kullanılmıştır. Bu, konuları bakımından genelde soyut bir görüntü veren Divan edebiyatının somuta daha çok yöneldiğini de göstermektedir. Bu dönemim eserlerinde bireysel yaşantılar dile getirilmeye, toplumsal yaşayış gündeme alınmaya başlamıştır. Gerek Batı ile ilişkiler gerekse bu eğilimler, mensur eserlerin çoğalmasını sağlamıştır. Bu dönemde Enderunlu Vâsıf, Keçecizâde İzzet Molla, Yenişehirli Avnî, Leskofçalı Gâlip, Âkif Paşa gibi Divan edebiyatı geleneğini sürdürenler vardır. Yine aynı gelenek içinde Şeref Hanım, Leylâ Hanım, Âdile Sultan gibi kadın şairlerin varlığı dikkat çekicidir. Dönem sanatçılarının Halk edebiyatından aldığı en önemli özellikse sadeleşme eğilimidir. Divan edebiyatı bu farklılaşmayı gösterirken Halk edebiyatının kimi temsilcileri de Divan edebiyatından konu, biçim, ölçü, dil ve mazmunlar yönünden etkilenmişlerdir. Çünkü bu dönemde kimi halk şairleri tekke ve medrese kültürünü tanımış, okuryazar kimselerdir: Dertli, Seyrâni, Erzurumlu Emrah, Ruhsati, Sümmani Bayburtlu Zihni, Aynî…

YENİŞEHİRLİ AVNİ

       1826'da Rumeli'de bulunan Yenişehir'de doğmuş, daha sonra İstanbul'a gelerek çeşitli memuriyet görevlerinde bulunmuştur. Asıl adı Hüseyin’dir. Mevlevi’dir, eserlerinde tasavvufî konular ağırlıktadır. Mahallileşme Akımı’nın önemli temsilcilerinden olup şiirleri sağlam ve doğal bir üsluba sahiptir. Söyleyişi son derece rahat ve kolaydır. Divan şiirinin mazmunları yanında Batılılaşmayla gelen yeni sözcükleri de kullanmıştır. Tanzimat şairlerinin, hatta Namık Kemal ve
Eserleri: Divan, Mesnevi Tercümesi, Mir'at-ı Cünun, Ateşgede.


    ENDERUNLU VÂSIF  (?-1824)  

      Vâsıf’ın şiirlerinde Nedim’in etkisi açıkça görülür. Vâsıf’ta iki ayrı kalitede şiir vardır: Biri Divan şiirinin mazmunlarının mükemmel kullanıldığı şiir; diğeri sıradan, anlamı fazla düşünülmeden söylenmiş şiirdir. Edebiyatımızda daha çok şarkı şairi olarak tanınan Vâsıf, İstanbul’u şiirlerinde bütün güzellikleriyle işlemiştir. Enderunlu Vâsıf, halk söyleyişlerini şiire yerleştirmeye çalışmış fakat çok yerde bayağılığa düşmekten de kurtulamamıştır. İstanbul kadınlarının konuşmalarını şiirine en çok yansıtan şairlerimizdendir.
Eserleri: Divan

     KEÇECİZÂDE İZZET MOLLA  (1785-1829)
      Divan şiirinin dil anlayışı göz önünde bulundurulursa İzzet Molla’nın eserlerinde sade bir dil kullandığı görülür. Gülşen-i Aşk mesnevisinde kendisi gibi Mevlevi olan Şeyh Galip etkisi görülür. Gençlik şiirlerini Divan-ı Bahâr-ı Efkâr adlı eserde toplamıştır. Divân- ı Hazân-ı Âsar ise yaşamının son yıllarında yazdığı şiirlerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Şiirlerinde, Şeyh Galip ve Nâbi’nin etkileri sezilir. Nazirelerinde bile teknik ustalığı açıkça görülür. Özellikle eleştirilerinde, yıpratıcı yönü ağır basan yergiler göze çarpar. Zeki, nüktedan, sözünü esirgemeyen, mizaha ve lâtifeye düşkün, zevk ve eğlenceyi seven bir yapısı vardır.

    ŞEREF HANIM

      19. asırda İstanbul'da yaşamıştır. Kaynaklardan ve şiirlerinden öğrendiğimiz kadarıyla Şeref Hanım dindar ve Mevlevî tarikatına mensup bir kişidir. Dîvân’ında Mevlânâ ve Mevlevi büyükleri için yazılmış şiirleri vardır. Dîvân hem muhteva hem de dil ve ifade özellikleri yönünden Şeref Hanım'a kadın şairlerimiz arasında önemli bir yer kazandırmıştır. Onun şiirlerinde yenilik bulunmamakla birlikte, eskinin başarıyla tekrar edildiği görüşünü kaynaklar paylaşırlar. Son olarak, Şeref Hanım'ın dönemindeki şairlerin çoğundan başarılı olduğu, özellikle, aruza hakimiyeti, kusursuz söyleyişi, duygu ve hayal inceliğiyle döneminin öteki hanım şairi Leylâ Hanım'dan daha üstün olduğu söylenebilir.
Eserleri: Divan

   LEYLA HANIM

      İstanbul'da doğmuştur. İyi bir aileden gelen Leylâ Hanım, 19. yüzyılın usta şairlerinden Keçecizâde İzzet Molla'nın akrabasıdır ve İzzet Molla'dan etkilenmiştir. Son dönem Divan şiirinin vasat sanatçılarından olan Leylâ Hanım edebiyat tarihimizdeki yerini hanım şair olmasına borçludur. Şiirlerinde bir Mevlevî şeyhi olan Şeyh Gâlib'in etkisi görülür. Divan şiiri gazellerinin ana teması olan aşkı Leylâ Hanım da gazellerinde işlemiştir.
Eserleri: Divan

       DİVAN EDEBİYATINDA NESİR

      Divan edebiyatında, şiir ağırlıklı olmakla birlikte, nesre(düzyazıya) de yer verilir. Bu edebiyatta düzyazıya inşa, yazara münşi denirdi. Oluşan eserlere ise münşeat adı verilirdi.

Özellikleri

* Dil, konu ve tür yönünden Arap ve İran edebiyatlarının etkisindedir.
Konu ve düşünceden çok, söyleyiş güzelliğine önem verilir.
Dili yabancı sözcük ve tamlamalarla yüklüdür. Söz sanatlarına ve mecazlara önem verilir. Cümleler uzundur. Paragraf düzeni yoktur.
* Cümlelere yerleştirilen secilerle (uyaklı sözlerle) şiirdekine benzer bir ahenk yaratılmaya çalışılır.
* Noktalama işareti kullanılmaz.
* Düzyazıda dini-ahlaki konular ağırlıklı olarak işlenir. Tarihi olaylar, gezi izlenimleri, toplumsal sorunlar, bireysel duygular gibi konuların da işlendiği olur.
Divan Edebiyatında 2 tür nesir vardır: Sade nesir, süslü nesir.

Sade Nesir: Halka hitap için yazılmış, dili ağır olmayan nesirdir. Yabancı sözcük ve tamlama sayısı azdır. Anlaşılması güç söz sanatları yapılmaz.
Kul Mes’ut(14. yüzyıl)           - Kelile ve Dimme
Aşıkpaşazade(15. yüzyıl)       - Tevarih-i Al-i Osman
Mercimek Ahmed(15. yüzyıl)  - Kabusname  
Seydi Ali Reis(16. yy.)                       - Mir’atü’l-Memalik (gezi yazısı), Kitabü’l Muhit (coğrafya kitabı)    
Sehi Bey(16. yüzyıl)               - Heşt Behişt adlı şairler tezkiresi
Evliya Çelebi(17.yüzyıl)        - Seyahatname
Süslü Nesir: Şiirdeki gösterişli mecazlar ve söz sanatlarıyla süslenmiş, secili nesirdir.
Sinan Paşa (15. yüzyıl)          - Tazarruname
Fuzuli(16. yüzyıl)                   - Şikayetname
Veysi ve Nergisi(17.yüzyıl)  adlı yazarların eserleri sanatlı nesir örneğidir.


   ÖNEMLİ BAZI DİVAN NESRİ SANATÇILARI

                                               SİNAN PAŞA (15. yüzyıl)

      İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey’in oğludur. Müderrislik (medrese hocalığı) ve çeşitli devlet görevleri yapmıştır. Matematik ve felsefe ile de uğraşmış, tasavvufa gönül vermiştir. Şiirleri de vardır. Ama o süslü nesrin ilk temsilcisi sayılır. En önemli eseri tasavvufi düşüncelerin işlendiği Tazarruname’dir. Maarifname ve Tezkiretü’l-Evliya ise diğer önemli eserleridir.


                                           ÂŞIKPAŞAZÂDE (15. yüzyıl)

    
      Şair Ahmet Paşa’nın torunudur. Tarih yazarı olarak ün yapmıştır. Sade bir dili vardır. En 
önemli eseri Tevarih-i Al-i Osman (Osmanlı Tarihi)’dır.


                                               SEHİ BEY (16. yüzyıl)
                      

      Heşt Behişt
adlı şuara tezkiresi ile tanınmıştır. Bu eserinde 200 kadar şair hakkında, sade bir dille, bilgi verir. Anadolu sahasında yazılan ilk tezkire Sehi Bey’inkidir.


                                      cCc SEYDİ ALİ REİS (16. yüzyıl)
cCc            

      Şair ve yazardır; ama asıl ününü denizcilikte yapmıştır. Osmanlı donanma komutanlarındandır. Çıktığı Hindistan seferinde donanmasını Hint Okyanusu’ndaki fırtınada kaybedip karadan ülkeye dönmüştür. Sade bir dili vardır. Hatta halk ozanları tarzında şiirler yazmış, bazı eserlerinde Nevai Türkçesini (Çağatay Türkçesi) kullanmıştır. En önemli eseri Mir’atü’l-Memalik adını taşır. Hint seferi sırasında yaşadıklarını anlatır. Bir diğer eseri, o zamana göre önemli denizcilik bilgilerini içeren Kitabü’l-Muhit’tir.


                                               PİRİ REİS
(16. yüzyıl)

      Ünlü Türk denizcisidir. Kitab-ı Bahriye adlı denizcilik kitabı ve buna eklediği haritalarla tanınır.


                                               FERİDUN BEY (16.yüzyıl)
                              

      Feridun Bey Münşeatı
adıyla tanınan bir eserin sahibidir. Eser Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan III. Murat zamanına kadar bazı önemli olaylarla, padişahlarla ilgili bilgi ve belgeleri içeren bir derlemedir. Şiirler de yazan Feridun Bey’in bir Divanı ile birkaç düzyazı eseri vardır.


                                               KÂTİP ÇELEBİ (17. yüzyıl)

      Asıl adı Mustafa’dır. Hacı Halife diye de anılır. Çeşitli devlet görevlerinde bulunmuş, seferlere katılmıştır. Tarih, coğrafya, biyografi, bibliyografi, otobiyografi; ahlak, tasavvuf, eğitim, düşünce, toplum yapısı, tıp, etnoloji gibi, tür ve konularla ilgili geniş bilgisi olan bir kişidir. Süslü nesir akımına kapılmamış, topluma yararlı olmak için sade dili tercih etmiştir. Önemli eserleri şunlardır:

Keşfü’z-Zünun: 15.000 eser ve 10.000 yazarın tanıtıldığı bir bibliyografidir. Arapçadır.

Cihannüma: Batılı anlayışla hazırlanmış bir coğrafya eseridir. Dünyanın yuvarlak olduğunu da anlatır.

Fezleke: 16. ve 17. yüzyıl olaylarını işleyen bir tarih kitabıdır.

Tufetü’l-Kibar-i Esfarü’l-Bihar: Deniz seferlerinden ve büyük Türk denizcilerinden söz eder.

Mizanü’l-Hakk: Dini, ahlaki, toplumsal konuları işleyen didaktik bir eserdir. Pozitif bilimlerin gerekliliği, batıl inançların açtığı yaralar, inanç özgürlüğü, hoşgörü gibi konuları işler.

Düsturü’l-Amel: Devlet işlerinde gördüğü aksaklıkları ve çarelerini anlatan bir kitaptır.


                                        EVLİYA ÇELEBİ (17. yüzyıl)
      

      Seyahatname
yazarıdır. Sade ve doğal, hatta yer yer özensiz ve serbest bir dili vardır. Özel olarak ve resmi görevlerle Osmanlı ülkelerinin pek çok yerini ve İran’dan Avusturya’ya kadar bazı dış ülkeleri dolaşmış, gördüklerini, yaşadıklarını anlatmıştır. On ciltlik Evliya Çelebi Seyahatnamesi; tarih, coğrafya, sosyoloji, folklor, hukuk, etnoloji gibi alanlar için de kaynaktır.


                                               NÂİMA (1655-1716)


      Asıl adı Mustafa Naima’dır. Naima Tarihi adıyla anılan eseri, daha önce yazılmış eserlerden de yararlanılarak hazırlanmış, 1591-1659 yılları arasını kapsayan bir Osmanlı Tarihi’dir. Çağına göre sade sayılabilecek üslubu ve hazırlanış biçimiyle önem taşır.


                               YİRMİSEKİZ ÇELEBİ MEHMET (18. Yüzyıl)

      Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya gönderdiği sürekli elçilerden ikincisidir. Padişah III. Ahmet’e sunduğu Sefaretname’si ile tanınır. Fransa’da gördüğü yenilikleri anlatmıştır.


                                DİVAN EDEBİYATINDAKİ NESİR TÜRLERİ

Tezkire: Çeşitli Mesleklerden önemli kişilerin hayatlarını anlatmak üzere düzenlenen eserlere tezkire, şairleri tanıtan tezkirelere şuara tezkiresi denir. Batı edebiyatlarındaki biyografinin karşılığı gibidir. Türk edebiyatındaki illk örneği Ali Şir Nevai’nin Mecalisü’n-Nefais’idir. Anadolu’daki en önemli örnek Sehi Bey Tezkiresidir.

Siyer (Siyer-Nebi): Peygamberimizin hayatını anlatmak üzere yazılan eserlerin ortak adıdır. Manzum (mesnevi) olarak da yazılabilir. Türk Edebiyatı’ndaki ilk örnek Erzurumlu Darir’in Siretü’n-Nebi’sidir. (14. yüzyıl) Düzyazı-şiir karışımı bir eserdir.

Mektup: Divan Edebiyatı’nda pek yaygın değildir. En bilinen örnek Fuzuli’nin Şikayetname’sidir.

Tarih
Aşıkpaşazade Tarihi(15. yüzyıl.)
Tacü’t-Tevarih: Hoca Sadettin Efendi (16. yüzyıl)
Peçevi Tarihi: Peçevi İbrahim Efendi (17. yüzyıl)
Naima Tarihi(18. yüzyıl)
Cevdet Paşa Tarihi(19. yüzyıl)

Seyahatname
En önemli örnek Evliya Çelebi Seyahatnamesi’dir.
Seydi Ali Reis’in Mir’atü’l-Memalik;
Nabi’nin Tuhfet’ül-Haremeyn (Hac izlenimleri);
İzzet Molla’nın (19. yüzyıl) Mihnetkeşan (Keşan sürgünü izlenimleri)

Sefaretname: Siyasi görevle gönderilen elçilerin gittikleri yerlerle ilgili olarak yazdıkları eserlerdir. İlk örneği Kara Mehmet Çelebi’nin Viyana Sefaretnamesi (1655)
En tanınmışı 28 Çelebi Mehmet’in Paris Sefaretnamesidir.

Habname:
Görülen bir rüya anlatılıyormuş gibi, bir olay ya da kişi hakkında görüşlerin söylenmesi biçiminde yazılır. Manzum da olabilir. Veysi’nin (17. yüzyıl) Habname’si bu türün en önemli örneğidir. Habnameler eleştiri ve yergi içerir.



Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden ruhsar-ı âl olmuş sana

Bûy-i gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu
Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana

Sihr ü efsûn ile dolmuşdur derûnun ey kalem
Zülfü Hârut’un demek mümkin ki nâl olmuş sana

Şöyle gird olmuş Firengistân birikmiş bir yere
Sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana

Ol büt-i tersâ sana mey nûş eder misin demiş
El-amân ey dil ne müşkil-ter suâl olmuş sana

Sen ne câmın mestisin âyâ kimin hayrânısın
Kendin aldırdın gönül n’oldun ne hal olmuş sana

Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden
Lâ’lin öptürmek bu hâletle muhâl olmuş sana

Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm
Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana
NEDİM

Bir kasedir alev dolu gönlüm yana yana
Ben ta senin yanında dahı hasretim sana
Payin sadası gelse de sen hiç gelmesen
Ben dinlesem kıyamete dek vuslat istemem
Bulsam izinle semtini ol semte ermesem
Assam zamanı hasretin encamı gelmeden
                          İsmail Hami Danişmend

   Gittin amma ki kodun hasret ile canı bile
   İstemem sensiz sohbet-i yaranı bile
                                                       Neşati
   Kabe olmasa kapun, ay ile gün leyl-i nehar
   Eylemezlerdi tavaf ol güzeri döne döne
   Ayagı yir mi basar zülfüne ber-dar olanun
   Zevk ü şevk ile virür can u seri döne döne
                                                      Necati
   Zülfünü görenlerin hep bahtı siyah olurmuş
   Tek zülfünü göreydim siyah olaydı bahtım
                                             Nevres-i Kadim
   Gamımı pinhan tutardım ben dediler yâre kıl Ruşen
   Desem ol bi-vefa bilmem inanır mı inanmaz mı
   Değildim ben sana ma’il sen ettin aklımı za’il
   Beni ta’n eyleyen gafil seni görgeç utanmaz mı
                                                            Fuzuli
   Niçün sık sık bakarsın öyle mira’t-ı mücellaya
   Meğer sen de kendi hüsnüne hayran mısın kafir
                                           
                                       
Nedim
   Heman ağlayı geldim aleme ağlayı gittim ben
   San ol nilüferim kim suda bittim suda yittim ben
                                          Yenişehirli Avni



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder