Divan edebiyatı; havâs edebiyatı (yüksek
zümre edebiyatı), saray edebiyatı, Enderun edebiyatı, edebiyyât-ı Osmâniyye
(Osmanlı edebiyatı), Osmanlı şiiri, Divan edebiyatı, ümmet edebiyatı, ümmet çağı,
Türk edebiyatı, İslamî Türk edebiyatı, klâsik Türk edebiyatı ve eski Türk
edebiyatı gibi adlarla da anılmıştır. “Divan
edebiyatı” terimi, ilk olarak Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntem tarafından
kullanılmıştır. “Klâsik edebiyat” ve “Klâsik Türk edebiyatı” gibi adlandırmalar
ise Fuat Köprülü’ye aittir.
Bir kadim
efsanedir ki ustalar ana gelir
Tanrı bir
gün hazz-ı tekvin ile heyecana gelir
Bir şiir
yazar ki duysa cesetler cana gelir
Özgedir ol
ki ne dile ne de lisana gelir
Nakşeder
levh-i mahfuza bundan ol mana gelir
Ki her
insan bir mısraı imiş o kutlu şi'rin
Sen mısra-ı
bercestesin duyan imana gelir
La edri
La edri
GENEL ÖZELLİKLERİ
*Türklerin İslamiyet’i benimsedikten
sonra Arap ve Fars edebiyatını örnek alarak oluşturdukları edebiyattır.
*11. ve 12. yüzyıllarda verilen geçiş ürünlerinden sonra 13. yüzyılda Anadolu'da verilen ilk ürünlerle başlar ve 19. yüzyıla, Tanzimat Dönemi’ne kadar devam eder.
*Medrese kültürüyle yetişen aydınların "saray" çevresinde verdikleri "Yüksek Zümre Edebiyatı" dır.
*Önceden belirlenmiş katı kuralları olan bir edebiyattır. Sanatçılar Arapça, Farsça ve Türkçenin birleşiminden oluşan "Osmanlıca" denilen dili kullanır.
*Bu dil saray çevresinde konuşulan halkın anlamadığı ağır bir dildir.
*Yalın sözden çok, süslü, sanatlı, gösterişli bir anlatım benimsenmiştir.
*Klişe bir edebiyattır. Kalıplaşmış sözler(MAZMUN) kullanılır.
*Konudan çok konunun anlatılış tarzı çok önemlidir.
*Aşk, şarap, rindlik gibi din dışı konuların yanında hikmet, din ve tasavvuf konularına da yer verilmiştir.
*Sanatçılar konuları bulmak için: Kuran ayetleri, hadis, tefsir fıkıh kelam gibi dini bilimler; İslam tarihi tasavvuf İran mitolojisi, peygamber ve evliya hikayeleri, kimya, simya, tıp, astronomi, musiki gibi bilimlerden yararlanır.
*Nesirden (düzyazı) çok nazım (şiir) önem kazanmış, nesir ihmal edilmiştir
* Toplumsal sorunlara yer verilmemiştir.
*11. ve 12. yüzyıllarda verilen geçiş ürünlerinden sonra 13. yüzyılda Anadolu'da verilen ilk ürünlerle başlar ve 19. yüzyıla, Tanzimat Dönemi’ne kadar devam eder.
*Medrese kültürüyle yetişen aydınların "saray" çevresinde verdikleri "Yüksek Zümre Edebiyatı" dır.
*Önceden belirlenmiş katı kuralları olan bir edebiyattır. Sanatçılar Arapça, Farsça ve Türkçenin birleşiminden oluşan "Osmanlıca" denilen dili kullanır.
*Bu dil saray çevresinde konuşulan halkın anlamadığı ağır bir dildir.
*Yalın sözden çok, süslü, sanatlı, gösterişli bir anlatım benimsenmiştir.
*Klişe bir edebiyattır. Kalıplaşmış sözler(MAZMUN) kullanılır.
*Konudan çok konunun anlatılış tarzı çok önemlidir.
*Aşk, şarap, rindlik gibi din dışı konuların yanında hikmet, din ve tasavvuf konularına da yer verilmiştir.
*Sanatçılar konuları bulmak için: Kuran ayetleri, hadis, tefsir fıkıh kelam gibi dini bilimler; İslam tarihi tasavvuf İran mitolojisi, peygamber ve evliya hikayeleri, kimya, simya, tıp, astronomi, musiki gibi bilimlerden yararlanır.
*Nesirden (düzyazı) çok nazım (şiir) önem kazanmış, nesir ihmal edilmiştir
* Toplumsal sorunlara yer verilmemiştir.
NAZIM ÖZELLİKLERİ
*Arap edebiyatından alınan
"aruz ölçüsü" kullanılmıştır.
*Nazın birimi olarak "beyit ve bend" kullanılmıştır.
*Göz için kafiye anlayışı benimsenmiştir.
*Tam ve zengin uyak kullanılmıştır.
*Bütün güzelliği yerine parça güzelliği benimsenmiş, anlam beyitte tamamlanmıştır.
*Şiirler sanatçıların kendi oluşturduğu "Divan" denilen defterlerde toplanmış, Divan oluşturamayanlar şair yerine konmamıştır.
*Şiirlerin belli başlıkları yoktur. Şiirler yazıldıkları tür ve kafiyeye göre isimlendirilir. (Kerem redifli gazel gibi)
*Soyut bir anlatım kullanılmış; aşk, aşk acısından duyulan mutluluk, kişisel sevinçler...
*Şairler toplumsal konulara girmemiş, bireysel konulardan bahsetmişlerdir.
*Söz oyunlarıyla yüklü, ağır ve sanatlı bir dil kullanılmıştır.
*Şekil güzelliği sağlamak için eş anlamlı sözcükler kullanılmıştır.
*Tasavvufla ilgili terimlere yer verilmiştir.
*Şiirlerde en küçük nazım biçimine tek dizeden oluşan “azade mısra” denir. Bunlar herhangi bir manzum parçada yer almaz, tek başınadır.
*Bağımsız beyitlere “müfred” denir.
BEYİTLERLE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ
*Nazın birimi olarak "beyit ve bend" kullanılmıştır.
*Göz için kafiye anlayışı benimsenmiştir.
*Tam ve zengin uyak kullanılmıştır.
*Bütün güzelliği yerine parça güzelliği benimsenmiş, anlam beyitte tamamlanmıştır.
*Şiirler sanatçıların kendi oluşturduğu "Divan" denilen defterlerde toplanmış, Divan oluşturamayanlar şair yerine konmamıştır.
*Şiirlerin belli başlıkları yoktur. Şiirler yazıldıkları tür ve kafiyeye göre isimlendirilir. (Kerem redifli gazel gibi)
*Soyut bir anlatım kullanılmış; aşk, aşk acısından duyulan mutluluk, kişisel sevinçler...
*Şairler toplumsal konulara girmemiş, bireysel konulardan bahsetmişlerdir.
*Söz oyunlarıyla yüklü, ağır ve sanatlı bir dil kullanılmıştır.
*Şekil güzelliği sağlamak için eş anlamlı sözcükler kullanılmıştır.
*Tasavvufla ilgili terimlere yer verilmiştir.
*Şiirlerde en küçük nazım biçimine tek dizeden oluşan “azade mısra” denir. Bunlar herhangi bir manzum parçada yer almaz, tek başınadır.
*Bağımsız beyitlere “müfred” denir.
BEYİTLERLE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ
A. GAZEL
*Divan edebiyatının en sevilen, en
yaygın şeklidir.
* “Kadınlar için söylenen güzel söz” anlamındadır.
*Beyit sayısı 5 ile 15 arasındadır. Uyak düzeni: “aa/ba/ca/da...” şeklindedir.
*İlk beytine "matla", son beytine "makta" denir.
Matla'nın altındakine "hüsn‐i matla", makta'nın üstündekine “hüsn‐i makta" denir. En güzel beytine "beytü'l gazel” ya da “şah beyit" denir.
*Şairlerin mahlası son beyitte geçer.(makta/taç beyit)
*Beyitler arasında anlam bütünlüğü varsa "yek‐ahenk", bütün beyitler aynı güzellikteyse "yek‐avaz" gazel denir.
*Aşkı işleyenler "aşıkane gazel"; dünyanın faniliğini işleyenler "rindane gazel"; hayat dersi verenlere "hikemi gazel"; çapkınlığı anlatanlara "şuhane gazel" denir.
*Baki, Nedim, Fuzuli önemli sanatçılardır. Gazel Araplardan alınan bir türdür.
* “Kadınlar için söylenen güzel söz” anlamındadır.
*Beyit sayısı 5 ile 15 arasındadır. Uyak düzeni: “aa/ba/ca/da...” şeklindedir.
*İlk beytine "matla", son beytine "makta" denir.
Matla'nın altındakine "hüsn‐i matla", makta'nın üstündekine “hüsn‐i makta" denir. En güzel beytine "beytü'l gazel” ya da “şah beyit" denir.
*Şairlerin mahlası son beyitte geçer.(makta/taç beyit)
*Beyitler arasında anlam bütünlüğü varsa "yek‐ahenk", bütün beyitler aynı güzellikteyse "yek‐avaz" gazel denir.
*Aşkı işleyenler "aşıkane gazel"; dünyanın faniliğini işleyenler "rindane gazel"; hayat dersi verenlere "hikemi gazel"; çapkınlığı anlatanlara "şuhane gazel" denir.
*Baki, Nedim, Fuzuli önemli sanatçılardır. Gazel Araplardan alınan bir türdür.
BİLİYORUM: Dize ortaları uyaklı olan ve ortadan bölünebilen gazele
"musammat gazel" denir.
Kamu
bimarına canan deva‐yı
derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bimar sanmaz mı.
Niçün kılmaz bana derman beni bimar sanmaz mı.
B. KASİDE
Anlamı “kastetmek”, “yönelmek”
olan kaside sözcüğü, Arapça kökenlidir. Edebiyatta “belli bir amaçla yazılmış manzume” demektir.
*Din ve devlet büyüklerini övmek ya da yermek amacıyla yazılır.
*Beyit sayısı 33 ile 99 arasındadır.
*Uyak düzeni gazelle aynıdır.
*İlk beytine "matla", son beytine "makta" denir.
*En güzel beytine "beytü'l kasid" denir.
*Şairin mahlası "taç beyit" te geçer.
*Kaside şairlerine “kaside-gü, kaside-sera” ya da “kaside-gerdaz” denür.
*Kaside 6 bölümden oluşur:
*Din ve devlet büyüklerini övmek ya da yermek amacıyla yazılır.
*Beyit sayısı 33 ile 99 arasındadır.
*Uyak düzeni gazelle aynıdır.
*İlk beytine "matla", son beytine "makta" denir.
*En güzel beytine "beytü'l kasid" denir.
*Şairin mahlası "taç beyit" te geçer.
*Kaside şairlerine “kaside-gü, kaside-sera” ya da “kaside-gerdaz” denür.
*Kaside 6 bölümden oluşur:
1) Nesib‐ Teşbib: Tasvir bölümü. Bu bölüm 15-20 beyitliktir. Aşıkane
duygular yer alıyorsa
“nesib”; bahar, doğa, bayram gibi konular yer alıyorsa “teşbib” adını alır.
“nesib”; bahar, doğa, bayram gibi konular yer alıyorsa “teşbib” adını alır.
Genellikle bahar, kış, gece, at, savaş alanı gibi betimlemeler
yapar ya da bir güzeli anlatır. Kasidelere ismini veren, bu bölümdür. Ele
alınan konuya göre “bahariye, ramazaniye, hammamiye, ıydiye, şitaiye, nevruziye”
olarak adlandırılır.
Uyaklarına göre:
“r” harfiyle bitiyorsa “raiyye”
“l” harfiyle bitiyorsa “lamiyye”
“m” harfiyle bitiyorsa “mimiyye” diye adlandırılır. Kimi zaman da, redif olmadığında uyağına göre ad alır. (Su Kasidesi gibi)
“r” harfiyle bitiyorsa “raiyye”
“l” harfiyle bitiyorsa “lamiyye”
“m” harfiyle bitiyorsa “mimiyye” diye adlandırılır. Kimi zaman da, redif olmadığında uyağına göre ad alır. (Su Kasidesi gibi)
2) Girizgah: Genelde tek
beyittir. Medhiye ile nesib arasında bağlantı kurar.
3) Medhiye: Kasidenin sunulacağı kişi övülür/yerilir. Asıl bölümdür ve kasidenin en sanatlı bölümlerini içerir. Allah, peygamber, padişah vs. övülür.
4) Tegazzül: Kasidenin içinde, genellikle medhiye bölümünden sonra, bir fırsatını bulup aynı ölçü ve uyakta gazel söylemektir. Her kasidede olmayabilir.
5) Fahriye: Şairin kendini övdüğü bölümdür.
6) Dua: Önceki beyitlerde övgüsü yapılan kişi için dua edilir. Son bölümdür.
3) Medhiye: Kasidenin sunulacağı kişi övülür/yerilir. Asıl bölümdür ve kasidenin en sanatlı bölümlerini içerir. Allah, peygamber, padişah vs. övülür.
4) Tegazzül: Kasidenin içinde, genellikle medhiye bölümünden sonra, bir fırsatını bulup aynı ölçü ve uyakta gazel söylemektir. Her kasidede olmayabilir.
5) Fahriye: Şairin kendini övdüğü bölümdür.
6) Dua: Önceki beyitlerde övgüsü yapılan kişi için dua edilir. Son bölümdür.
C. MESNEVİ
Sözcük anlamı “ikişer
ikişer, ikili” demektir.
*Tanzimat Dönemi’nde kullanılmaya başlanan roman ve hikayenin Divan edebiyatındaki karşılığıdır.
*Divan edebiyatının en uzun nazım şeklidir, Fars edebiyatından geçmiştir.
*Her beyit kendi arasında uyaklıdır. (aa/bb/cc/dd...) Aruzun kısa kalıplarıyla yazılır.
*Aşk, tasavvuf, savaş, bir şehrin güzellikleri, mizah, bir konuda öğüt ve bilgi verme gibi konuları ele alır.
*Türk edebiyatında ilk mesnevi Y. Has Hacip’in “Kutadgu Bilig”idir.
*Beş mesnevi bir "hamse" oluşturur. Ali Şir Nevai, Nev’i-zade Atayi, Lamii ve Taşlıcalı Yahya hamse sahibi şairlerdendir.
*Mesnevilerde konu bütünlüğü vardır.
*Tanzimat Dönemi’nde kullanılmaya başlanan roman ve hikayenin Divan edebiyatındaki karşılığıdır.
*Divan edebiyatının en uzun nazım şeklidir, Fars edebiyatından geçmiştir.
*Her beyit kendi arasında uyaklıdır. (aa/bb/cc/dd...) Aruzun kısa kalıplarıyla yazılır.
*Aşk, tasavvuf, savaş, bir şehrin güzellikleri, mizah, bir konuda öğüt ve bilgi verme gibi konuları ele alır.
*Türk edebiyatında ilk mesnevi Y. Has Hacip’in “Kutadgu Bilig”idir.
*Beş mesnevi bir "hamse" oluşturur. Ali Şir Nevai, Nev’i-zade Atayi, Lamii ve Taşlıcalı Yahya hamse sahibi şairlerdendir.
*Mesnevilerde konu bütünlüğü vardır.
Önemli Mesneviler:
Kutadgu Bilig > Yusuf Has Hacip
Garipname > Aşık Paşa
İskendername > Ahmedi
Vesiletü'n Necat > Süleyman Çelebi
Harname > Şeyhi
Leyla ve Mecnun > Fuzuli
Hüsrev ü Şirin > Şeyhi
Hüsn ü Aşk > Şeyh Galip
Hayriyye > Nabi
Mantıku’t-Tayr > Gülşehri
Kutadgu Bilig > Yusuf Has Hacip
Garipname > Aşık Paşa
İskendername > Ahmedi
Vesiletü'n Necat > Süleyman Çelebi
Harname > Şeyhi
Leyla ve Mecnun > Fuzuli
Hüsrev ü Şirin > Şeyhi
Hüsn ü Aşk > Şeyh Galip
Hayriyye > Nabi
Mantıku’t-Tayr > Gülşehri
BİLİYORUM : Baki,
Nef’i, Naili, Nedim mesnevi türünde eser vermemişlerdir.
Ç. KIT’A
Sözlük anlamı “parça,
bölük” demek olan kıt’a, sanılanın aksine bent değil beyitlerle kurulan bir türdür.
*En az 2, en çok 12 beyitten oluşur. 4’ten fazla beyitten oluşanlara "Kıt'a‐i Kebire" denir.
*Kafiye düzeni: “xa/xa/xa” şeklindedir.
*Felsefi-sosyal konular, eleştiri, şairin dünya görüşü bu biçimle işlenir.
*Gazelden farkı matla beyti yoktur.
*Beyitler arasında anlam birliği bulunur.
*En az 2, en çok 12 beyitten oluşur. 4’ten fazla beyitten oluşanlara "Kıt'a‐i Kebire" denir.
*Kafiye düzeni: “xa/xa/xa” şeklindedir.
*Felsefi-sosyal konular, eleştiri, şairin dünya görüşü bu biçimle işlenir.
*Gazelden farkı matla beyti yoktur.
*Beyitler arasında anlam birliği bulunur.
BİLİYORUM: Şairler genellikle
kıt’alarda mahlas kullanmazlar.
DÖRTLÜKLERLE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ
Bentlerle kurulan nazım biçimlerinin ortak adı “musammat”tır.
A. RUBAİ
* Fars
edebiyatından alınmıştır.
*Aruzun özel kalıplarıyla yazılan rubai, tek dörtlükten oluşur. (24 kalıp)
* Asıl söylenmek istenen son iki dizededir.
* Rubailerde şairler genel olarak dünya görüşlerini, maddi ve manevi anlayışlarını, din ve taavvufla ilgili düşüncelerini dile getirirler.
* Rubailerde tek bir düşüncenin en kısa yoldan anlatılması gerekir. Bu yüzden dizeler arasında tam bir anlam uyumu vardır.
* Kafiye düzeni: “aaxa”dır.
* En büyük şairi Ömer Hayyam'dır.
Türk edebiyatında en başarılı temsilcileri Azmizade Haleti(17.yy.) ve Yahya Kemal' dir.
*Aruzun özel kalıplarıyla yazılan rubai, tek dörtlükten oluşur. (24 kalıp)
* Asıl söylenmek istenen son iki dizededir.
* Rubailerde şairler genel olarak dünya görüşlerini, maddi ve manevi anlayışlarını, din ve taavvufla ilgili düşüncelerini dile getirirler.
* Rubailerde tek bir düşüncenin en kısa yoldan anlatılması gerekir. Bu yüzden dizeler arasında tam bir anlam uyumu vardır.
* Kafiye düzeni: “aaxa”dır.
* En büyük şairi Ömer Hayyam'dır.
Türk edebiyatında en başarılı temsilcileri Azmizade Haleti(17.yy.) ve Yahya Kemal' dir.
BİLİYORUM: Rubailerde de mahlas kullanılmaz.
B. TUYUĞ
Türkçe bir kelime olan tuyuğ, “şarkı söyleme, kapalı, gizli ve cinaslı söz” demektir.
*Türklerin kullandığı ve Divan edebiyatına kazandırdığı bir nazım türüdür.
*Tek dörtlükten oluşur. Kafiye düzeni: “aaxa”dır.
*Halk edebiyatındaki maninin etkisiyle oluşmuştur.
*Mahlas ve konu sınırlaması yoktur.
*Tıpkı manilerdeki gibi tuyuğlarda da cinaslı uyak kullanılır
*En büyük şairi Kadı Burhanettin, Nesimi ve Ali Şir Nevai’dir.
*Türklerin kullandığı ve Divan edebiyatına kazandırdığı bir nazım türüdür.
*Tek dörtlükten oluşur. Kafiye düzeni: “aaxa”dır.
*Halk edebiyatındaki maninin etkisiyle oluşmuştur.
*Mahlas ve konu sınırlaması yoktur.
*Tıpkı manilerdeki gibi tuyuğlarda da cinaslı uyak kullanılır
*En büyük şairi Kadı Burhanettin, Nesimi ve Ali Şir Nevai’dir.
BİLİYORUM: Tuyuğlar
aruzun yalnızca
fa’ilatün / fa’ilatün / fa’ilün kalıbıyla yazılır ve bu yönüyle rubailerden ayrılır.
fa’ilatün / fa’ilatün / fa’ilün kalıbıyla yazılır ve bu yönüyle rubailerden ayrılır.
BENTLERLE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ
A. MURABBA
Murabba “dört köşeli, dörtlü” demektir.
Edebiyatta
en az dörder dizelik bentlerin birleşmesinden oluşur.
*En az 3 en çok 7 bentten oluşur.
* Kafiye düzeni: “aaaa/bbba/ccca...”dır.
* Son dörtlükte şair mahlasını kullanır.
* En büyük şairi Namık Kemal'dir.
* Övgü, yergi, dini, öğretici vb. konular işlenir.
en az dörder dizelik bentlerin birleşmesinden oluşur.
*En az 3 en çok 7 bentten oluşur.
* Kafiye düzeni: “aaaa/bbba/ccca...”dır.
* Son dörtlükte şair mahlasını kullanır.
* En büyük şairi Namık Kemal'dir.
* Övgü, yergi, dini, öğretici vb. konular işlenir.
B. ŞARKI
*Türklerin kullandığı ve Divan edebiyatına kazandırdığı
şarkı, murabbadan doğmuştur. Halk edebiyatındaki türkünün karşılığıdır.
*Genellikle dört dizelik bentlerle söylenir.
*Kafiye düzeni murabbayla aynıdır.
*Aşk ve sevgilinin güzelliği işlenir, dili sadedir.
*Bestelenmek için yazılır.
*Üçüncü dizeye "miyan", bent sonunda tekrarlanan dizelere de “nakarat” denir.
*En az 3 en çok 7 bentten oluşur. Diğer musammatlarda olduğu gibi mahlas son bentte söylenir.
*Genellikle dört dizelik bentlerle söylenir.
*Kafiye düzeni murabbayla aynıdır.
*Aşk ve sevgilinin güzelliği işlenir, dili sadedir.
*Bestelenmek için yazılır.
*Üçüncü dizeye "miyan", bent sonunda tekrarlanan dizelere de “nakarat” denir.
*En az 3 en çok 7 bentten oluşur. Diğer musammatlarda olduğu gibi mahlas son bentte söylenir.
BİLİYORUM: En büyük şairi Nedim'dir ama en çok şarkıyı Enderunlu Vasıf yazmıştır(217 şarkı). Ayrıca Y. Kemal’in de
şarkıları vardır.
C. MÜSTEZAT
*Müstezatın sözlük anlamı “artmış, çoğalmış” demektir.
*Gazelin uzun dizelerinden sonra(altına) kısa dizenin eklenmesiyle oluşur.
*Kısa dizelere "ziyade" denir. Ziyadeler dize sayılmaz.
*Gazelin uzun dizelerinden sonra(altına) kısa dizenin eklenmesiyle oluşur.
*Kısa dizelere "ziyade" denir. Ziyadeler dize sayılmaz.
Ah eylemeye başladı aya ne bu halet
N'olsun bu hararet (ziyade)
Bilmem yine bir derdi mi var bülbül‐i canım
Ol murg‐ı nihanım (ziyade)
N'olsun bu hararet (ziyade)
Bilmem yine bir derdi mi var bülbül‐i canım
Ol murg‐ı nihanım (ziyade)
*Kafiyelenişi gazel gibidir.
*Yazılması zor olduğundan fazla örneği yoktur.
*Yazılması zor olduğundan fazla örneği yoktur.
Ç. TERBİ
Sözlük anlamı “dörtleme,
dörtlü duruma getirme” demektir.
Bir şairin bir gazelinin her beytinin üstüne başka bir şairin ikişer dize eklemesiyle oluşan murabbadır. Eklenen bu iki dizeye “zamime” denir.
Bir şairin bir gazelinin her beytinin üstüne başka bir şairin ikişer dize eklemesiyle oluşan murabbadır. Eklenen bu iki dizeye “zamime” denir.
D. MUHAMMES
Muhammes “beşli”
demektir. Arapça “hamse” kökünden
türemiştir. Beşer dizelik bentlerle kurulur.
* Genellikle 5-8 bent arasında yazılır ama 13 bente kadar uzayan muhammesler de vardır.
* Uyak düzeni “aaaaa/bbbba/cccca…” gibidir.
*Konu sınırlaması yoktur.
* Genellikle 5-8 bent arasında yazılır ama 13 bente kadar uzayan muhammesler de vardır.
* Uyak düzeni “aaaaa/bbbba/cccca…” gibidir.
*Konu sınırlaması yoktur.
BİLİYORUM: Muhammesin
3 türü vardır:
tahmis: Bir şairin gazelinin her beytinin üstüne bir başka şairin üçer dize eklemesiyle oluşur.
taştir: Bir şairin gazelinin her beytinde iki dizenin arasına bir başka şairin üçer dize eklemesiyle oluşur.
tardiye: İlk bendin son dizesi, diğerleriyle uyaklı olmayan muhammes. (Ş. Galip’te var.)
tahmis: Bir şairin gazelinin her beytinin üstüne bir başka şairin üçer dize eklemesiyle oluşur.
taştir: Bir şairin gazelinin her beytinde iki dizenin arasına bir başka şairin üçer dize eklemesiyle oluşur.
tardiye: İlk bendin son dizesi, diğerleriyle uyaklı olmayan muhammes. (Ş. Galip’te var.)
E. TERKİB‐İ BEND
* 5-10
bentten oluşur ve her bentte 10 ile 20 arasında dize vardır.
* Bendin son beytine “vasıta beyti” denir. Vasıta beyti her bendin sonunda değişir ve mutlaka bentten ayrı olarak kendi içinde uyaklanır.
* Vasıta beytinin üstündeki beyitlerin tümüne
“terkiphane” denir.
*Toplumun bozuk yönleri, dalkavuklar, kötü idareciler, riyakarlıklar, talihten şikayet işlenen konulardır.
*Bağdatlı Ruhi ve Ziya Paşa önemli temsilcileridir.
* Bendin son beytine “vasıta beyti” denir. Vasıta beyti her bendin sonunda değişir ve mutlaka bentten ayrı olarak kendi içinde uyaklanır.
* Vasıta beytinin üstündeki beyitlerin tümüne
“terkiphane” denir.
*Toplumun bozuk yönleri, dalkavuklar, kötü idareciler, riyakarlıklar, talihten şikayet işlenen konulardır.
*Bağdatlı Ruhi ve Ziya Paşa önemli temsilcileridir.
BİLİYORUM: Mersiyeler
genellikle terkib-i bend nazım biçimiyle yazılmıştır; Baki’nin Kanuni Mersiyesi bunun en güzel
örneğidir.
F. TERCİ‐İ BEND
* “Terkib-i Bend”e benzer.
* Terci-i bendle daha çok Allah’ın gücü, evrenin sonsuzluğu, doğa ve yaşamın karşıtlıkları gibi konular işlenir.
* Ziya Paşa bu türün en önemli temsilcisidir.
* Terci-i bendle daha çok Allah’ın gücü, evrenin sonsuzluğu, doğa ve yaşamın karşıtlıkları gibi konular işlenir.
* Ziya Paşa bu türün en önemli temsilcisidir.
BİLİYORUM: “Terci-i
bend”, vasıta beytinin bütün bentlerin sonunda aynı kalması yönüyle terkib-i bendden ayrılır.
NAZIM TÜRLERİ
Tevhid ve
Münacaat: Allah’ın birliğini ve
yüceliğini anlatan şiirlere “tevhid”, Allah’a yapılan yalvarma ve
yakarmaları içeren şiirlere de “münacaat” denir. Bu türler daha çok
kaside türünde tercih edilir.
Naat: Hz. Muhammed’i övmek için yazılan şiirlerdir. Bu tür de yine kaside nazım
biçimiyle daha sık tercih edilmiştir. “Su Kasidesi” en ünlü naat
örneğidir.
Mersiye: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan acıyı anlatmak için yazılan
şiirlerdir. Genellikle “terkib-i bend” biçimiyle tercih
edilmiştir.
BİLİYORUM: Mersiyenin
eski Türk edebiyatındaki adı “sagu”,
halk edebiyatındaki adıysa “ağıt”tır.
Medhiye: Bir kimseyi övmek için yazılan şiirlerdir. Genellikle
kaside türünde tercih edilmiştir.
Hicviye: Bir kimseyi yermek için yazılan şiirlerdir.
BİLİYORUM: Hicviyenin
Batı edebiyatındaki adı “satir”,
halk edebiyatındaki adıysa “taşlama”dır.
Fahriye: Şairlerin kendilerini övmek amacıyla yazdıkları şiirlerdir. Genellikle
kasidelerin içinde bulunurlar. Bundan başka bir gazelin makta beytinde şair fahriye söyleyebilir. En ünlü şairi “Nef’i”dir.
13. VE 14.
YÜZYIL
ANADOLU’DA
GELİŞEN TASAVVUF EDEBİYATI
Tasavvuf
inancına göre önce Nur-ı Muhammedi
var olmuş, onu varlığın öteki unsurları olan Anasır-ı Erba’a(ateş, hava, su ve toprak) ile Mevalid-i Selase(maden, bitki, hayvan) ve son olarak da insan izlemiştir. Bu var oluş silsilesine
tasavvufta Seyr-i Nüzul denmektedir.
Ancak insan için varlık kazanmanın amacı İnsan-ı
Kamil olmak, Bekabillah’a yani
sürekli olarak Allah’ın varlığında bulunma mertebesine ulaşmakla olur.
Bekabillah’ı Fenafillah yani insan
varlığının Allah varlığında yok olması izler. İnsanın yeryüzünde varlık
kazandıktan sonra tek varlık olan Allah’a ulaşmasına Seyr-i Uruc denir. Seyr-i Nüzul ile Seyr-i Uruc’un tamamına ise
tasavvufta Devriyye sistemi
denmiştir. Seyr-i Nüzul ‘dan Seyr-i Uruc’a insanın “Şeriat”,
“Tarikat”, “Marifet” ve “Hakikat”
basamaklarını çıkarak ulaşması gerekmektedir. Bu ise bir Mürşid’in yol göstermesiyle olur.
Bismillah… J
Selçukluların siyasî hâkimiyet kurmak
amacıyla yaptığı sürekli savaşlar, taht kavgaları, Moğol istilâsı ve ardından
Moğollara ödenen ağır vergiler sonucunda düzen ve asayişin bozulması üzerine
yaşama gücü oldukça zorlaşan Anadolu halkı, uzun süre barış ve huzur yüzü
görememiştir. Böyle bir ortamda ortaya çıkan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (öl.
1273), Sühreverdî (öl. 1234), Âhî Evren (öl. 1261), Muhyiddîn-i Arabî (öl.
1240) ve Sadreddîn-i Konyevî(öl. 1274) gibi mutasavvıf şahsiyetler, Farsça ve
Arapça yazdıkları eserlerle, okumuş çevrelerde tasavvufu yaymışlardır.
Şehirde yetişmiş aydın tabaka sufileri Farsça şiirler söylerken Anadolu’ya yayılan Yesevî, Haydarî ve Bektaşî dervişleri de Türkçeyi kullanarak tekke edebiyatını meydana getirmişlerdir. Mevlana’nın meclisinde bulunan Hoca Ahmed Fakîh (öl. 1252) de Türkçe şiirler söylemeye başlamıştır. Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled Türkçe şiir söylemede bir hayli ileri gitmiş, onu Yunus Emre,
Gülşehrî, Âşık Paşa, Elvan Çelebi ve Şeyyâd Hamza gibi şairler izlemiştir.
Şehirde yetişmiş aydın tabaka sufileri Farsça şiirler söylerken Anadolu’ya yayılan Yesevî, Haydarî ve Bektaşî dervişleri de Türkçeyi kullanarak tekke edebiyatını meydana getirmişlerdir. Mevlana’nın meclisinde bulunan Hoca Ahmed Fakîh (öl. 1252) de Türkçe şiirler söylemeye başlamıştır. Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled Türkçe şiir söylemede bir hayli ileri gitmiş, onu Yunus Emre,
Gülşehrî, Âşık Paşa, Elvan Çelebi ve Şeyyâd Hamza gibi şairler izlemiştir.
MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ
1207’de Horasan’ın Belh şehrinde doğan
Mevlânâ’nın asıl adı Muhammed olup babası dönemin tanınmış âlimlerinden
Muhammed Bahâeddîn Veled’dir. XIII. asırdan itibaren Konevî (Konyalı) sıfatı da
adıyla birlikte birçok eserde yer almıştır. Mevlana başta şiirleri olmak üzere
eserlerinde daha çok tasavvuf üzerinde durmuş, “vahdet-i vücut” konusunu
ağırlıklı olarak işlemiştir.
Mevlânâ, Hüsâmeddin Çelebi’nin ısrarıyla, müritlerine sülûk âdâbını öğretmek amacıyla Mesnevî’yi yazdı. Mevlevî tarikatının ilk şeyhi Hüsâmeddin Çelebi’dir.
Eserini Farsça yazdığı için Mevlana’yı Türk edebiyatının herhangi bir yerine dahil edemiyoruz.
Şems’ten ayrılmanın üzüntüsüyle kendisini daha fazla şiire veren Mevlânâ, bu hasretle 48 bin beyti bulan Divan-ı Kebir’i yazmaya başlamıştır. Şems’e olan sevgisinden eserinde Şems ve Hâmûş kelimelerini mahlas olarak kullanmıştır. Divan’ı, Şems’e ithafen Divan-ı Şems adı ile anılmıştır.
Mevlânâ, 17 Aralık 1273 tarihinde Konya’da vefat etmiştir. Mevlânâ’nın ölüm hecesi; “düğün gecesi” anlamına gelen “şeb-i arus” olarak bilinir.
Mevlânâ, Hüsâmeddin Çelebi’nin ısrarıyla, müritlerine sülûk âdâbını öğretmek amacıyla Mesnevî’yi yazdı. Mevlevî tarikatının ilk şeyhi Hüsâmeddin Çelebi’dir.
Eserini Farsça yazdığı için Mevlana’yı Türk edebiyatının herhangi bir yerine dahil edemiyoruz.
Şems’ten ayrılmanın üzüntüsüyle kendisini daha fazla şiire veren Mevlânâ, bu hasretle 48 bin beyti bulan Divan-ı Kebir’i yazmaya başlamıştır. Şems’e olan sevgisinden eserinde Şems ve Hâmûş kelimelerini mahlas olarak kullanmıştır. Divan’ı, Şems’e ithafen Divan-ı Şems adı ile anılmıştır.
Mevlânâ, 17 Aralık 1273 tarihinde Konya’da vefat etmiştir. Mevlânâ’nın ölüm hecesi; “düğün gecesi” anlamına gelen “şeb-i arus” olarak bilinir.
1.
Divan-ı Kebir: Divan-ı Kebir, duygu yüklü ve oldukça hacimli bir eser
olup içinde yer alan şiirlerin büyük bir kısmı Şems-i Tebrizî’ye duyulan
sevginin ve hasretin terennümüdür. Mevlânâ, hemen tamamı gazel, tercî’ ve rubailerden
oluşan Divan-ı Kebir, diğer adıyla Külliyât-ı Şems’te özellikle ilahî
aşkını, gönül derdini, tasavvufî konuların yanında sabır, hoşgörü, insanlara
iyilik etmek ve yardımda bulunmayı, mazmun ve remizlerle şiirin imkânlarını
kullanarak anlatmıştır
2.
Mesnevi: Anadolu’da
asırlar boyunca birlikte okunan Farsça önemli birkaç kitaptan biri, Mevlânâ’nın
Mesnevî’sidir. Mesnevî, Mevlânâ’nın
sırdaşı Hüsâmeddin Çelebi’nin ısrarları üzerine yazılmıştır. Mevlânâ tarafından
Hüsâmî-nâme adı ile de anılan bu eser, tarikata mensup olanları (müritleri) ve
acemileri irşat etmek ve toplumun eğitimi için yazılmıştır. Kaynak olarak Kur’an
ve hadislere dayanan Mesnevî’de konunun gelişine göre Kelîle ve Dimne’den,
Mantıku’t-Tayr’dan hikâyelere yer verilmiş, Hakîm Senâî’nin Hadîkatü’l-Hakîka’sından
da yararlanılmıştır.
Eser 6 cilt, 25.618 beyittir.
Eser 6 cilt, 25.618 beyittir.
3. Fîhi
Mâ Fîh: “Onun
içindeki odur.” veya yorumla, “Ne varsa onda var.” anlamına gelen bu eserde,
Mevlânâ’nın bazı sohbetleri sırasında sorulan sorulara verdiği cevaplara; tasavvuf,
din, ahlak ve felsefe ile ilgili görüşlerini anlattığı, dünya, insan ve şiir
anlayışından söz ettiği konuşmalarına yer verilmiştir.
Bu eser de, diğer eserlerinin çoğunda olduğu gibi Sultan Veled ve ona bağlı kimseler tarafından tutulan notlar olup vâkıât (ders notları) türünün Anadolu’daki ilk örneğidir.
Bu eser de, diğer eserlerinin çoğunda olduğu gibi Sultan Veled ve ona bağlı kimseler tarafından tutulan notlar olup vâkıât (ders notları) türünün Anadolu’daki ilk örneğidir.
4.
Mecâlis-i Seb’a: Mevlânâ’nın
yedi vaazının yakın çevresi tarafından kaydedilip bir araya getirilmesiyle
meydana gelen bir eserdir.
5.
Mektûbât: Mevlânâ’nın
devlet adamlarına, dönemin ileri gelenlerine, dostlarına ve oğullarına yazdığı
150 kadar mektubun toplanmasıyla meydana gelen bir eserdir. Mevlânâ’nın
mektuplarında insanlara öğüt verdiği ve onları hayra teşvik ettiği görülür.
AHMED FAKÎH (ö. 1251)
Edebiyat tarihleri ile farklı kaynaklarda
verilen birbirinin benzeri bilgilere göre, Horasan’da doğan Hoca Ahmed Fakîh,
Konya’ya gelerek Mevlânâ’nın babası Bahâeddîn Veled’den fıkıh dersleri almış,
bundan dolayı kendisine Fakîh denmiştir.
1. Çarh-nâme:
100 beyit. Mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezni ile
yazılmış olan Çarh-nâme, yüzyılın diğer eserlerinde görüldüğü gibi insan
kaderi, insanların kardeş oldukları ve Tanrı’ya kulluk için yaratıldıkları,
feleğin acımasızlığı ve dünyanın faniliği, ölümün gerçekliği gibi
dinî-tasavvufî konuların işlendiği bir eserdir.
2. Kitâbu
Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe: 347 beyitlik küçük bir mesnevidir. Mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezni ile
yazılan bu eserde hece vezni ile yazılmış dörtlükler de bulunmaktadır. Yapı
bakımından Kutadgu Bilig ile benzerlik gösteren eser, Türk edebiyatında
yazılmış ikinci Türkçe mesnevidir. Anadolu Türk edebiyatında ise bir ilk
olarak karşımıza çıkmaktadır. Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe dil yönünden açık
ve sade olup gerçekçi bir anlatıma sahiptir.
SULTAN
VELED
Mevlânâ’nın büyük oğlu olan Sultan Veled, 1226 yılında Lârende’de (Karaman)
doğmuştur. Sultan Veled, eserlerini Farsça yazmakla birlikte epeyce Türkçe
şiirleri de bulunmaktadır. Sultan
Veled, Mevlevîlik’i sistemli bir tarikat haline getirmiştir.
1312 tarihinde vefat eden Sultan Veled, az da olsa, gerçek manada Türkçe gazel yazan ilk şairdir.
Selçuk Şehnamesi adlı bir eseri olduğu bilinir fakat ele geçirilememiştir.
1312 tarihinde vefat eden Sultan Veled, az da olsa, gerçek manada Türkçe gazel yazan ilk şairdir.
Selçuk Şehnamesi adlı bir eseri olduğu bilinir fakat ele geçirilememiştir.
1.
Divan:
Beyit sayısı yaklaşık 12.700 olan, kaside, gazel, terci-bend
ve rüba’î gibi çeşitli nazım şekilleri yer alan bu büyük eserde otuza yakın
vezin kullanılmıştır. Divan’ın gazeller bölümünde Türkçe-Farsça-Rumca yazılmış
manzumeler de bulunmaktadır. Şiirler vezinlere ayrılarak alfabetik bir sırada
yazılmıştır.
2.
İbtidâ-nâme: Sultan
Veled’in 1291 yılında yazdığı ilk mesnevisi olan ve 8760 beyitten oluşan bu eserde 76 Türkçe beyit bulunmaktadır.
Fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün vezninde yazılan eserin kaynağı Mesnevî’dir. Sultan
Veled bu eserinde, insanın kendisini bilmesini öğütlediği gibi, ölmeden önce
ölmeyi, ölümsüzlüğe ulaşmak için Tanrı’ya bağlanmayı, aşk ateşiyle pişmeyi ve
nefsin kötülüklerden nasıl arınması gerektiğini anlatır. Bunları yapabilmek
için de bir mürşide ihtiyaç olduğunu belirtir.
3.
Rebâb-nâme: 8000 beyit olan ve 1300-1301 yılında yazılan
bu eser, Mesnevî vezni (fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün) ve etkisi ile yazılmıştır.
İbtidâ-nâme ile hemen hemen aynı konular işlenen eserin ondan farkı, burada
Mevlânâ hakkında geniş bilgi verilmesidir.
4.
İntihâ-nâme: 8300 beyiti bulan bu eser Sultan Veled’in
üçüncü mesnevisidir. Eserde,
Hak yolcularının uyanık olmaları, şeytana ve nefse uymamaları anlatılır.
5.
Ma’ârif: Farsça
mensur bir eser olup elli altı bölümden meydana gelmiştir. Eserde Senâî ve
Mevlânâ’dan şiirlere de yer verilmiştir. Dinî, ahlâkî öğütlerle doludur.
6.
Türkçe Şiirleri: Divan’da
129, İbtidâ-nâme’de 76 ve Rebâb-nâme’de 162 beyit olmak üzere 367 beyiti bulan
bu şiirler bir araya getirildiğinde Ahmed Fakîh’in Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe’si
büyüklüğünde bir eser olabilecek niteliktedir.
HACI
BEKTAŞ-I VELİ
1209-1270 yılları arasında yaşamıştır.
Türkistan’ın Nişabur şehrinde doğan Veli, Ahmed Yesevi’nin isteği ile
Anadolu’ya gelmiştir. Ahilik teşkilatının gelişmesinde büyük katkıları
olmuştur. Osmanlı Sultanları ile halk tarafından sevilmiş
ve hürmet görmüş, Osmanlı ordusunda Yeniçeriler Bektaşilik kurallarına göre yetiştirilmiştir.
13. yy.da, Yesevilik tarikâtının Anadolu'daki
en etkili uygulayıcısı konumundadır.
1. Makalat:
Sohbetli sözler
anlamına gelir. Hz. Adem’in yaratılışı, şeytan ve şeytani işler, Allah’ın
birliği gibi konuları ele almıştır. Hakkında bilinenler sınırlıdır.
2. Velayetname:
Hacı Bektaş-ı
Veli’nin yaşamı ile ilgili menkıbeler anlatılmaktadır.
ŞEYYAD
HAMZA
Son araştırmalara göre 14. yüzyıl şairi
olduğu kesinleşen Şeyyad Hamza, 13. yüzyıl son çeyreği ile 14. yüzyılın
ilk yarısında yaşamıştır. Anadolu sahasında kaleme
alınan ilk Kıssa-i Yusuf ona aittir.
Aruz ve hece vezni ile şiirleri vardır. Aruz tekniği kusurlu olsa bile
söyleyişinde bir samimîlik ve coşkunluk görülür.
1. Yusuf
u Züleyha: 1529 beyitten oluşan bir mesnevidir.
Eser, Kur’an-ı Kerim’deki Yusuf kıssasına dayanır.
2. Dâsitân-ı Sultân Mahmûd: Manzume, Gazneli Mahmûd ile bir derviş arasında geçen karşılıklı konuşmayı konu edinmektedir. 79 beyit tutarındaki bu küçük mesnevisinde, diğer şiirlerinde olduğu gibi, dünyanın faniliğini vurgulamaya çalışan Şeyyâd Hamza, kudretli bir hükümdar olan Gazneli Mahmûd ile yoksul dervişi, yani madde ile manayı karşılaştırarak, nefsine hükmetmesini bilen dervişin varlık ve ihtişam içinde olan sultandan üstün olduğunu vurgulamıştır.
2. Dâsitân-ı Sultân Mahmûd: Manzume, Gazneli Mahmûd ile bir derviş arasında geçen karşılıklı konuşmayı konu edinmektedir. 79 beyit tutarındaki bu küçük mesnevisinde, diğer şiirlerinde olduğu gibi, dünyanın faniliğini vurgulamaya çalışan Şeyyâd Hamza, kudretli bir hükümdar olan Gazneli Mahmûd ile yoksul dervişi, yani madde ile manayı karşılaştırarak, nefsine hükmetmesini bilen dervişin varlık ve ihtişam içinde olan sultandan üstün olduğunu vurgulamıştır.
HOCA
DEHHANİ(13. yy.)
Çağdaşı şairlerden farklı bir yol izleyen
ve şiirlerinde tasavvufa yer vermeyen Dehhânî, yaşadığı zamanı elden
geldiğince zevk ve eğlence içerisinde geçirmekten yana olduğunu şiirlerinde vurgulamıştır.
Türk edebiyatında ilk defa Türkçe kaside yazan ve Anadolu’da sultanlara ilk kez kaside sunan şair Dehhânî’dir. Ayrıca bu kaside Selçuklu sultanlarına sunulan son kaside olmuştur.
Şiirlerinde Farsça tamlamaları dönemine göre fazla kullanmıştır. Baki dahil birçok sanatçıyı etkiler.
Horasan Türklerindendir. Divan edebiyatının ilk şairi kabul edilir.
Türk edebiyatında ilk defa Türkçe kaside yazan ve Anadolu’da sultanlara ilk kez kaside sunan şair Dehhânî’dir. Ayrıca bu kaside Selçuklu sultanlarına sunulan son kaside olmuştur.
Şiirlerinde Farsça tamlamaları dönemine göre fazla kullanmıştır. Baki dahil birçok sanatçıyı etkiler.
Horasan Türklerindendir. Divan edebiyatının ilk şairi kabul edilir.
GÜLŞEHRİ
1250 yılında Kırşehir’de doğduğu tahmin edilen Gülşehri,
gençliğinde edebiyat ve tasavvuf öğrenmiştir. Kırşehir’de Sultan Veled’in
isteği üzerine Mevlevi tekkesi kurmuş ve şeyhlik yapmıştır. İlk eseri
Felek-nâme’yi Farsça yazan Gülşehrî, Mantıku’t-Tayr’ı ve diğer şiirlerini ise Türkçe
yazmıştır. Böylece Türkçe eser yazmada öncü durumuna gelen Gülşehrî, Türkçe eser
yazanların hor görüldüğü bu dönemde, Türkçeye olan sevgi ve bağlılığını açıkça
ortaya koymuş bir şairdir. Türkçeye gönül veren Gülşehrî, kimsenin Türkçe
yazmaya iltifat etmediği ve Türkçe yazanların da özür dilediği bir devirde
Türkçe yazmakla övünmüştür ve bu dilin büyük savunucusu olmuştur.
1. Felek-name: 1301’de Farsça olarak mesnevî tarzında, yaratılmışların en yücesi olan insanoğluna, nereden geldiğini ve nereye döneceğini anlatmak amacıyla kaleme alınmıştır.
2. Mantıku’t-Tayr: “Kuş Dili” anlamına gelir. Gülşenname olarak bilinen eser İranlı şair Feridüddin Attar’ın aynı adlı yapıtından çeviridir. Alegorik bir eserdir. Aruz Risalesi ve Kerâmât-ı Ahî Evran diğer eserleridir.
1. Felek-name: 1301’de Farsça olarak mesnevî tarzında, yaratılmışların en yücesi olan insanoğluna, nereden geldiğini ve nereye döneceğini anlatmak amacıyla kaleme alınmıştır.
2. Mantıku’t-Tayr: “Kuş Dili” anlamına gelir. Gülşenname olarak bilinen eser İranlı şair Feridüddin Attar’ın aynı adlı yapıtından çeviridir. Alegorik bir eserdir. Aruz Risalesi ve Kerâmât-ı Ahî Evran diğer eserleridir.
ÂŞIK PAŞA
1272-1333 tarihleri arasında yaşamıştır.
Kırşehir doğumlu sanatçı Türk dilinin gelişme ve yayılmasında büyük hizmetleri
olan ilk şairlerdendir. O dönemde moda olan Arapça ve Farsçaya karşı Türk
dilini savunmuştur. Yunus Emre’nin etkisinde kalan şair, hem aruz hem de
heceyle; sade ve içten bir Türkçeyle şiirler yazmıştır. Şiirlerini dil
bilinci ile yazan Âşık Paşa, Batılı dil bilginlerinin ancak 18.-19.
yüzyıllarda üzerinde durdukları “dilin oluşumu/ortaya çıkışı” konularını
onlardan dört-beş yüzyıl önce daha geniş olarak dile getirmiştir. Bu yönüyle
“genel dilbilimci” özelliği taşıyan şair, anlatımı da “dille (sözlü) anlatım”
ve “kalemle (yazılı) anlatım” olmak üzere ikiye ayırmıştır.
Garibnâme: 10613 beyitlik bu mesnevi dini-tasavvufi bir içerikle hazırlanmıştır. Garibnâme’nin en önemli özelliğinden biri de eserin tercüme olmayıp telif olmasıdır. Bu durum bir bakıma Türk edebiyatının Farsça ve Arapça edebî eserlerin tercümesi ile işe başladığı gibi yanlış iddiaları da çürütmektedir.
Fakr-nâme, Vasf-ı Hâl, Hikâye, Kimya Risâlesi de Âşık Paşa’nın yazdığı küçük kitapçıklardır.
Garibnâme: 10613 beyitlik bu mesnevi dini-tasavvufi bir içerikle hazırlanmıştır. Garibnâme’nin en önemli özelliğinden biri de eserin tercüme olmayıp telif olmasıdır. Bu durum bir bakıma Türk edebiyatının Farsça ve Arapça edebî eserlerin tercümesi ile işe başladığı gibi yanlış iddiaları da çürütmektedir.
Fakr-nâme, Vasf-ı Hâl, Hikâye, Kimya Risâlesi de Âşık Paşa’nın yazdığı küçük kitapçıklardır.
AHMEDİ
1334-1413 yılları
arasında yaşamıştır. 14. yüzyılın en büyük şairi olan Ahmedi, uzun yıllar divan
katipliği yapmıştır. Divan şiirin kuruluşunda önemli rol oynayan şair, bütün
şiirlerini din dışı konularda yazmıştır. Dili ağırdır. Ahmedi döneminde Divan
şiiri İran etkisinden kurtulmuş; biçim ve konu yönünden zenginleşmiştir.
BİLİYORUM: Divan sahibi ilk Anadolulu şairi
Ahmedi’dir.
Eserleri: Divan, İskendername,
Tervihü’l-Ervah(tıp kitabı),
Cemşid ü Hurşid: Mesnevi
Mirkatü’l-Edeb: Arapça-Farsça manzum sözlük.
NESİMİ(14.yy.)
Azeri-Türkmen sahasında gazeller,
tuyuğlar, mesneviler yazmıştır. Aslında tasavvuf şairi de sayılabilir ancak
içerik olarak Divan edebiyatı özelliklerine sahiptir. Divan şiirinin halka en
iyi hitap eden sade örneklerini vermiştir. Nesimî’nin coşkun bir propaganda
şairi olarak, pervasız bir şekilde, çekinmeden inandığı gibi söylemesi fitneye
yol açmış sonunda Halep’te derisi yüzülerek öldürülmüştür.
Eserleri: Divan
KADI
BURHANEDDİN
1345-1398
yılları arasında yaşamıştır. Kayseri kadısının oğlu olup Mısır’da İslami
ilimler, tıp ve astronomi öğrenimi görmüştür.
Babasının yerine Kayseri kadılığına getirilen şair daha sonra Sivas’ta sultanlığını ilan etmiştir. Akkoyunlularla yaptığı savaşta pusuya düşürülüp öldürülmüştür.
Kadı Burhaneddin’in çoğunu aruz, bir kısmını da heceyle yazdığı şiirlerinde Azeri Türkçesinin özellikleri görülür. Eserlerinde aşk, kahramanlığın yanında tasavvufa da yer vermiştir.
Babasının yerine Kayseri kadılığına getirilen şair daha sonra Sivas’ta sultanlığını ilan etmiştir. Akkoyunlularla yaptığı savaşta pusuya düşürülüp öldürülmüştür.
Kadı Burhaneddin’in çoğunu aruz, bir kısmını da heceyle yazdığı şiirlerinde Azeri Türkçesinin özellikleri görülür. Eserlerinde aşk, kahramanlığın yanında tasavvufa da yer vermiştir.
Kadı
Burhaneddin gazel ve özellikle de tuyuğlarıyla tanınır. Arapça ve Farsça
şiirleri vardır.
Eserleri: Divan(Türkçe)
HOCA
MES’UD
14.
yy. Germiyan Beyliği sahasında yazan
şair Mes’ûd b. Ahmed’in hayatı hakkında fazla bilgimiz yoktur.
Eserleri: Süheyl ü Nev-bahâr, Ferheng-nâme-i Sa’dî
Eserleri: Süheyl ü Nev-bahâr, Ferheng-nâme-i Sa’dî
ŞEYHOĞLU
14. yy. Germiyan Beyliği sahasında yazan Şeyhoğlu, 1340-1410 tarihleri arasında Germiyan Beyi Süleyman Şah'ın yanında
nişancılık ve deftardarlık hizmetlerinde bulunmuştur. Daha sonra Yıldırım
Bayezid'e intisab etmiş ve kaynaklarda kayıtlı olan ünlü eserini de ona
sunmuştur.
Kenzü’l-Kübera: Anadolu
sahasında yazılan ilk siyasetname örneğidir. Eser mensurdur.
Hurşid-name: 7640 beyit olup aruzun mefa'ilün/ mefa'ilün/ fe i lün kalıbıyla yazılmıştır. Mesnevidir.
ERZURUMLU DARİR
Hurşid-name: 7640 beyit olup aruzun mefa'ilün/ mefa'ilün/ fe i lün kalıbıyla yazılmıştır. Mesnevidir.
ERZURUMLU DARİR
14.
yy. sanatçısı Darîr Mısır’da Anadolu Türkçesi ile
eserler verilmesinin zeminini hazırlayanlar arasındadır. Türk dili
tarihi açısından bir başka öneme sahiptir. Memlûk-Kıpçak
Türkçesinin Oğuzcaya dayalı bir yazı dili hâline gelmesinde, Darîr’in
eserlerinin rolü büyüktür (Karahan 1994: 18). Bu eserlerin Memlûk
sultanları meclisinde sevilerek okunması, Oğuzcalaşma olayının 14. asırda
başladığını da ortaya koymaktadır. Aslen Erzurumludur.
Eserleri: “Kıssa-i Yûsuf”, “Sîretü’n-Nebî”,
“Fütûhu’ş-Şâm Tercümesi” ve “Yüz Hadis Yüz Hikâye”
KUL
MES’UD
Hayatı hakkında yeterli bilgi olmadığı
gibi tezkirelerde de adına rastlanmamıştır. XIV. yüzyılın birinci yarısında yaşadığı kaydedilen Kul Mesud,
1334-1337 yılları arasında hüküm süren Aydın Emîri Umur Bey'in isteği üzerine
ve onun adına “Kelîle ve Dimne”yi Farsçadan Türkçeye tercüme etmiştir.
Kelîle ve Dimne: Anadolu sahasındaki ilk çeviri örneklerinden biri olan Kelîle ve Dimne aynı zamanda eserin ilk Türkçe versiyonudur. Bedeba'nın eserinden çeviridir.
Kelîle ve Dimne: Anadolu sahasındaki ilk çeviri örneklerinden biri olan Kelîle ve Dimne aynı zamanda eserin ilk Türkçe versiyonudur. Bedeba'nın eserinden çeviridir.
CELALÜDDİN HIZIR
14.-15. yüzyılda Anadolu’da yaşamış olan
hekimlerden “Hacı Paşa” olarak tanınır. Türkçeyi
bilim dili olarak kullanmıştır.
Müntahâb-ı
Şifâ: Anadolu sahasında
yazılan ilk tıp kitaplarından birisidir.
Teshil: Tıp kitabıdır.
Teshil: Tıp kitabıdır.
15. YÜZYIL
Divan edebiyatı bu dönemde Şeyhi, Ahmed
Paşa, Necati gibi büyük şairlerle Anadolu’da kuruluşunu tamamlamıştır. Orta
Asya’da gelişen Klasik Çağatay edebiyatı ise eşsiz şairi Ali Şir Nevai ile en
yüksek aşamasına varmıştır. Bir başka gelişme ise bu yüzyılın ortalarında “Dede Korkut Hikayeleri”nin yazıya geçirilmesidir.
13. ve 14. yüzyıllarda başlayan İran edebiyatının ünlü şairlerinin(Nizami,
Selman, Sadi, Hafız, F. Attar, Senai…) Türk şairleri üzerindeki etkisi bu
yüzyılda da devam etmiştir.
ŞEYHİ
Şeyhü'l-ş-şuarâ unvanı ile anılan ve
mahlası Şeyhî olan şâirin asıl adı Yûsuf Sinâneddîn’dir. Devrin kültür
merkezlerinden olan Kütahya'da 1376(ö.1431) yılında dünyaya gelmiştir. Göz
hastalıkları alanında ünlü bir tabib olması nedeniyle Hekim Sinan adıyla da ün
kazanmıştır. Germiyan'ın Türkmen asıllı ileri gelen
bir ailesine mensup olduğu tahmin edilir.
Harname: Türk mizah ve hiciv edebiyatının şâheserlerinden olan Harnâme, ince alay ve nükteleri ihtiva eden fâilatün mefâilün failün (fa'lün) vezniyle yazılmış 126 beyitlik bir mesnevidir. Çelebi Mehmet'e takdim edilen bu küçük mesnevinin telifine, “şâirin padişahı tedavi etmesi sonucu mükâfatını aldığı Tokuzlu adlı köye giderken tımarın eski sahipleri tarafından tecavüze uğraması” sebep olmuştur. Öküzlerin rahatına ve boynuzuna imrenen zavallı bir eşeğin sonunda kulaklarını kaybetmesi tasvir edilir. Alegorik(sembolik) bir tarzda yazılan eser Türk edebiyatının ilk FABL örneğidir.
Harname: Türk mizah ve hiciv edebiyatının şâheserlerinden olan Harnâme, ince alay ve nükteleri ihtiva eden fâilatün mefâilün failün (fa'lün) vezniyle yazılmış 126 beyitlik bir mesnevidir. Çelebi Mehmet'e takdim edilen bu küçük mesnevinin telifine, “şâirin padişahı tedavi etmesi sonucu mükâfatını aldığı Tokuzlu adlı köye giderken tımarın eski sahipleri tarafından tecavüze uğraması” sebep olmuştur. Öküzlerin rahatına ve boynuzuna imrenen zavallı bir eşeğin sonunda kulaklarını kaybetmesi tasvir edilir. Alegorik(sembolik) bir tarzda yazılan eser Türk edebiyatının ilk FABL örneğidir.
Hüsrev ü
Şirin: Şeyhî'nin her bakımdan en büyük eseri, Husrev ü
Şirin mesnevisidir. İran hükümdarı Hürmüz'ün oğlu Husret ile Ermen meliki
Mehîn Bânu'nun yeğeni Şirin arasındaki aşk mâcerâsını hikâye eden eser, mefâîlün
mefâîlün faûlün vezniyle yazılmış olup 11 bölüm ve 6944 beyitten oluşmaktadır.
Konuyu Genceli Nizâmî'nin aynı adı taşıyan eserinden almakla beraber, Şeyhî birçok
bölümleri ve bahisleri daha uzun şekilde ve geniş ölçüde tertip etmiş, eserin
üçte ikisini yeni baştan meydana getirmiştir. Böylece eser basit bir tercüme
değil, klâsik bir mevzuun yeniden yazılması mahiyeti taşımaktadır. Eserde
Senâî, Attâr, Mevlânâ ve Sa'dî'den de izler görülmektedir. Dil bakımından da
başarılı bir eser olan Husrev ü Şirin, daha sonra kullanılmayan birçok
Türkçe kelime de ihtiva etmektedir. Eski müelliflerce kendi konusunda
yazılan mesnevilerin en güzeli olarak övülen eser, Şeyhî'ye büyük şöhret
kazandırmıştır.
Diğer
eserleri: Divan, Hab-name, Ney-name
AHMED PAŞA
Doğum tarihi net olarak bilinmeyen Ahmed
Paşa 1497 yılında vefat etmiştir. Haytta iken “Şairü’ş-Şuara” unvanını
kazanmıştır. Gazel, kaside ve murabbalarıyla ün kazanan Ahmed Paşa, on beşinci
yüzyılda Şeyhi’den sonra yetişen en büyük divan şairidir. Şiir dilinin sadeliği
ve sanat yönü ile devrindeki şairlerin üstünlerindendir. Fatih’in
hizmetkârlarından birine laf attığı için gazaba gelen Fatih, kendisini paşalıktan
azleder ve hapsettirir. “Kerem kasidesi” unvanıyla tanınan 35
beyitlik meşhur kasidesini padişaha yollar ve affedilir. Dini tasavvufi
konulara değinmeyen şair, Türk edebiyatında nazire yazma geleneğinin
önde gelen temsilcilerindendir. Bursalıdır. Tek eseri vardır.
Eserleri: Divan(Türkçe)
Eserleri: Divan(Türkçe)
NECATİ BEY (?-1509)
Bir devşirme çocuğu olan ve fakir bir
aileden gelen Necatî Bey, kendine özgü zengin hayâlleri ile süslü şiirlerindeki
rindâne üslûp ve nükteli anlatımıyla övünür. Eşsiz cinasları, anlamca yeni ve
dillerde atasözü gibi dolaşan şiirleri, Ahmet Paşa'nın şiirlerine yakın; sanat
gösterişinden uzak, tabiî oluşu nedeniyle de Zatî'nin şiirlerinden üstündür.
Türk Edebiyatı'nın İran etkisinden uzaklaştırılmasında büyük katkılarda bulunmuş,
şiire canlılık kazandırmıştır. Necatî Bey, Türkçe söz ve ibareleri şiire
sokarak bir çığır açmış, Millîleşme Akımı'nın ilk öncülerinden olmuştur.
Türk şiirine, adeta bir kişilik kazandırmış, millî ruh ve zekâmızın mührünü
vurmuştur. Şiirinde az ve öz anlatım yolunu seçmiş, zaman zaman kendi şiirini
de övmüştür. Anlatımı atasözü tarzındadır.
Eserleri: Divanı ve Münâzara-i Gül ü Husrev adında henüz ele
geçmemiş bir mesnevisi vardır.
ALİ ŞİR NEVAİ
Çağatay sahasının tartışmasız ilahı olan
Nevai, 1441-1501 yılları arasında
Herat’ta yaşamış ve ölmüştür. Sultan Hüseyin Baykara ile okulda ders arkadaşıydı. İkisinden hangisi
devlet idaresine geçerse diğerini unutmamak üzere aralarında sözleşmişlerdi.
Ardından Hüseyin Baykara sultan olmuş ve Nevai’yi yanına aldırmıştır. Hayatı boyunca Türkçenin İran
edebiyatı seviyesinde eserler verecek kadar zenginleşmesi için çalışmıştır.
Türkçenin söyleyişlerine uygun kullandığı sözcüklerle sonraları ”Nevâî dili”
olarak vasıflandırılacak olan özgün bir söyleyişe sahip olmuştur. O, Kaşgarlı’dan sonra Türk dünyasının en büyük dilcisidir.
Nevai’nin şair meclisinden şehzadeler eksik olmamıştır. Şiir sanatından başka
hat, resim, mûsiki ve mimari sanatlarıyla da ilgilenen Nevâî bu sanat
dallarında da eserler veren çok yönlü örnek bir şahsiyettir.
“Nevâî’nin Divan şiirinde tam bir tekamül seviyesine
ulaştırdığı milli nazım şekilleri arasında tuyuğ
gibi zarif bir şekil; milli zevke uyarak ve bilerek kullandığı redif ve cinaslı
kafiyeler ve aliterasyonlar vardı. Türkçe kök ve eklerin Arap ve Fars
kelimeleriyle de birleşerek meydana getirdikleri yeni cinaslar, Nevâî’nin
dilinde Türkçeyi alabildiğine zenginleştiren bir zevk unsuru seviyesine
varmıştı.” N. Sami
Banarlı
Türkçe şiirlerinde Nevai, Farsça şiirlerinde ise Fani mahlasını kullanan Nevai, Türk edebiyatında hamse sahibi ilk şairdir. Ayrıca Türk edebiyatının ilk tezkiresini kendisi yazmıştır. Bilinçli bir dil milliyetçisidir.
Muhakemetü’l-Lügateyn: İki dilin karşılaştırılması anlamına gelir. Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Özellikle Türk dilinin hayvan isimleri ve fiil zenginliği yönünden Farsçadan daha üstün olduğunu söyler.
Türkçe şiirlerinde Nevai, Farsça şiirlerinde ise Fani mahlasını kullanan Nevai, Türk edebiyatında hamse sahibi ilk şairdir. Ayrıca Türk edebiyatının ilk tezkiresini kendisi yazmıştır. Bilinçli bir dil milliyetçisidir.
Muhakemetü’l-Lügateyn: İki dilin karşılaştırılması anlamına gelir. Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Özellikle Türk dilinin hayvan isimleri ve fiil zenginliği yönünden Farsçadan daha üstün olduğunu söyler.
Mecalisü’n-Nefais: Çağatay Türkçesi ile Semerkant’ta
Hüseyin Baykara adına yazılan Mecalisü’n-Nefâis’in asıl değeri Türkçede yeni
bir türü, şairler tezkiresi geleneğini başlatmış olmasından çıkagelir. Türkçede
yazılmış ilk sairler biyografisidir. Tezkireyi sekiz kısma ayırmış ve her kısma
"meclis" adını vermiştir.
Mizanü’l-Evzan: Türkçe olup bu eserde, Orta Asya Türk nazım şekilleri hakkında bilgiler ve örnekler verilmektedir. Ayrıca aruzu sistemleştirmeye çalışmıştır.
Hamse: 1.Hayret-ül-Ebrar 2.Ferhad ve Şirin 3. Leyla vü Mecnun 4.Seb’a-i Seyyare 5.Sedd-i İskenderi
Diğer: Lisan-üt-Tayr, Nesaim-ül-Mehabbe, Nazm-ül-Cevahir, Tuhfet-ül-Müluk, Münşeat (Türkçe), Sirac-ül-Müslimin, Tarih-ül-Enbiya(Türkçe), Mahbub-ül-Kulub … Bunun dışında 1’i Türkçe, 5 divanı vardır.
Mizanü’l-Evzan: Türkçe olup bu eserde, Orta Asya Türk nazım şekilleri hakkında bilgiler ve örnekler verilmektedir. Ayrıca aruzu sistemleştirmeye çalışmıştır.
Hamse: 1.Hayret-ül-Ebrar 2.Ferhad ve Şirin 3. Leyla vü Mecnun 4.Seb’a-i Seyyare 5.Sedd-i İskenderi
Diğer: Lisan-üt-Tayr, Nesaim-ül-Mehabbe, Nazm-ül-Cevahir, Tuhfet-ül-Müluk, Münşeat (Türkçe), Sirac-ül-Müslimin, Tarih-ül-Enbiya(Türkçe), Mahbub-ül-Kulub … Bunun dışında 1’i Türkçe, 5 divanı vardır.
SÜLEYMAN
ÇELEBİ
Bursa’da, 1351 yılında doğduğu tahmin
edilen Süleyman Çelebi, İslâmî Türk edebiyatının ileri gelen mesnevî
şairlerindendir. Hayatı hakkında çok bilgi yoktur. Kesin olarak bilinmemekle
beraber, Ahmet Paşa’nın oğlu Şeyh Mahmud’un torunu olduğu sanılıyor. İyi bir
öğrenim görmüş, iyi bir terbiye almış, zamanın ilimlerini iyice öğrenmiş, âlim,
ârif ve kâmil bir insandır. Ulu Cami’de imamlık da yapmıştır.
Mevlid: Mevlid (Vesîletü’n-necât)’in asıl metni sade ve etkili bir üslûpla kaleme alınmıştır. Bu eserden sonra 30’u aşkın mevlid yazılmasına rağmen hiç biri Süleyman Çelebi’ninki kadar üne kavuşamamıştır. Hz. Muhammed’in hayatını destansı biçimde anlatarak onun diğer peygamberlerden üstün olduğunu kanıtlamak için yazılmıştır. Eser şu bölümlerden oluşmuştur:
Mevlid: Mevlid (Vesîletü’n-necât)’in asıl metni sade ve etkili bir üslûpla kaleme alınmıştır. Bu eserden sonra 30’u aşkın mevlid yazılmasına rağmen hiç biri Süleyman Çelebi’ninki kadar üne kavuşamamıştır. Hz. Muhammed’in hayatını destansı biçimde anlatarak onun diğer peygamberlerden üstün olduğunu kanıtlamak için yazılmıştır. Eser şu bölümlerden oluşmuştur:
Münâcaat: Allahü teâlâya yalvarma
Velâdet : Peygamberimizin doğumu
Risâlet : Peygamberliğin bildirilişi
Mîrâc : Göklere çıkışı, cenneti ve cehennemi görmesi
Rıhlet : Peygamberimizin vefâtı
Duâ
Velâdet : Peygamberimizin doğumu
Risâlet : Peygamberliğin bildirilişi
Mîrâc : Göklere çıkışı, cenneti ve cehennemi görmesi
Rıhlet : Peygamberimizin vefâtı
Duâ
ZEYNEP HATUN
Divan şiirinin
bilinen ilk kadın şairidir. 15. yüzyılda
yaşamış bir kadı kızı ve bir kadı eşidir. Çağdaşı olan Mihri Hatun ile aralarında
latifeler ve karşılıklı şiir söyleşmeleri var. Divan’ı, Sultan Mehmet adına düzenlendi. Zeynep Hatun, şiirlerinde,
kadının isteklerini, açgözlülük olarak nitelendirir ve döneminin kadınının
aşağılık konumundan sıyrılma isteğini anlatır.
Divan
MİHRÎ HATUN
1460 ya da 1461′de
Amasya’da doğdu ve 1506′da yine burada öldü. Asıl adı Mihrünnisa ya da
Fahrünnisa’dır. “Mihrî” mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet
Çelebi bin Yahya’dan (Belâyî) aldı. Hiç evlenmedi. Mihrî Hatun, Zeynep Hatun’la
birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerindendir.
Güzelliğiyle bölgede ün salan Mihri Hatun, sade bir dille yazdığı kaside ve gazelleriyle tanınır.
EŞREFOĞLU RUMİ
Bursa, Ankara, Suriye gibi yerleri
dolaştıktan sonra İznik’te bir tekke ve tarikat kurmuş, Hacı Bayram Veli’nin
etkisinde bir tasavvufçudur. Divanını oluşturan şiirlerden bir bölümünü aruzla,
bir bölümünü ise sade halk dili ve heceyle, dörtlükler halinde kaleme almıştır.
Müzekki’n-Nüfus (nesir)
Müzekki’n-Nüfus (nesir)
DÖNEMİN PADİŞAH ŞAİRLERİ: Avni(F.S.M.), Adli(II. Bayezit), Muradi( II. Murat), Cem Sultan
16.YÜZYIL
16. yy. Divan edebiyatının, özellikle şiir
alanında en parlak çağıdır. Kısaca Divan edebiyatının “altın çağı”dır
diyebiliriz. 16. yy. ayrıca Osmanlı Devleti’nin siyasi ve sosyal bakımdan en
parlak dönemidir. 13. ve 14. yüzyıllar boyu kuruluş aşamasında olan Türk Divan
şiiri 15. yy.da bu kuruluşu tamamlamıştır.16. yy.a gelindiğinde ise Arap ve
Fars taklitçiliği Baki, Fuzuli gibi
şairlerin öncülüğünde sona ermiş; Türk Divan edebiyatı özgünlüğe
kavuşmuştur. Anadolu dışında da
gelişimini sürdüren Divan edebiyatı Azeri
Türkçesinde Fuzuli, Çağatay Türkçesinde ise Babür Şah önem kazanmıştır.
Türkçeye giren yabancı sözcük sayısı artmış, böylece Türkçe-Arapça-Farsça
karışımı olan Osmanlı Türkçesi
oluşmuştur. Türkçenin yozlaşmasından kaygılanan kimi şairler Türkçe yazmaya
yönelmiştir. 15. yy.da Aydınlı Visali’nin
başlattığı çabalar 16. yy.da Tatavlalı
Mahremi ve Edirneli Nazmi ile “Türki Basit” akımına dönüşmüştür. Ancak
bu şairlerin güçsüz olması nedeniyle pek kabul görmemiştir.
Aynı yüzyılda yerel söyleyişlere dayalı Mahallileşme akımı belirmeye başlamıştır. Baki’nin müjdecisi olduğu Mahallileşme, hem kendi döneminde hem de sonraki dönemlerde birçok şairi etkilemiştir. 16. yüzyıl, edebiyatımızda “şehrengiz” yazıcılığının da gelişme dönemidir. Türk edebiyatının ilk şehrengizi 15. yy.da Mesihi’nin yazdığı “Edirne Şehrengizi” dir. Divan edebiyatının ilk şehrengizleri olan Zati’nin “Edirne Şehrengizi” ile Lamii’nin “Bursa Şehrengizi” bu dönemin ürünüdür.
Tezkireciliğin temelleri bu yüzyılda atılmıştır. İlk tezkire, Edirneli Sehi Bey’in “Heşt Behişt(Sekiz Cennet)” adlı tezkiresidir. Diğer tezkireciler ise: Latifi: Latfi Tezkiresi, Aşık Çelebi: Meşairü’ş-Şuara, Kınalızade Hasan Çelebi: Tezkiretü’ş-Şuara, Ahdi: Gülşen-i Şuara’dır.
Aynı yüzyılda yerel söyleyişlere dayalı Mahallileşme akımı belirmeye başlamıştır. Baki’nin müjdecisi olduğu Mahallileşme, hem kendi döneminde hem de sonraki dönemlerde birçok şairi etkilemiştir. 16. yüzyıl, edebiyatımızda “şehrengiz” yazıcılığının da gelişme dönemidir. Türk edebiyatının ilk şehrengizi 15. yy.da Mesihi’nin yazdığı “Edirne Şehrengizi” dir. Divan edebiyatının ilk şehrengizleri olan Zati’nin “Edirne Şehrengizi” ile Lamii’nin “Bursa Şehrengizi” bu dönemin ürünüdür.
Tezkireciliğin temelleri bu yüzyılda atılmıştır. İlk tezkire, Edirneli Sehi Bey’in “Heşt Behişt(Sekiz Cennet)” adlı tezkiresidir. Diğer tezkireciler ise: Latifi: Latfi Tezkiresi, Aşık Çelebi: Meşairü’ş-Şuara, Kınalızade Hasan Çelebi: Tezkiretü’ş-Şuara, Ahdi: Gülşen-i Şuara’dır.
FUZULİ
Fuzuli’nin, 1480'de Kerbela'da
doğduğu ve 1556'da yine Kerbela'da öldüğü sanılır. Gerçek adı Mehmed b.
Süleyman'dır. Sadece 16. yy.ın değil Divan edebiyatının en büyük şairi olan
Fuzuli, Irak’ta yaşamış ve Azeri Türkçesiyle yazmıştır. Platonik aşkı işlediği
ilk şiirleri ve diğer eserleri dünya çapında üne sahiptir. Arapça ve Farça
eserleri de vardır. “İlimsiz şiir, temelsiz duvara benzer.” diyen şair,
güçlü ve etkileyici sözleriyle birçok şairi etkilemiştir. Dini-tasavvufi bir
yönü vardır. Şaire göre insan ıstırapla doludur; aşk ıstırabı olan bu sıkıntı
insanı olgunlaştırıp “kamil insan” mertebesine ulaştırır. O var olmayı
aşk ıstırabına bağlar.
Beng ü Bade: Afyonla şarabın karşılaştırılıp şarabın üstün olduğu sonucuna varılan Beng-i Bade, aruzun “feilâtün mefâilün feilün” kalıbıyla yazılmış olup 444 beyitten müteşekkildir. Safevî hükümdarı Şah İsmail’e sunulan eser, alegorik bir yapıya sahiptir. Ali Yıldırım’a göre “beng” ve “bade” Beyazıd ile Şah İsmail’i temsil eder. Fuzuli “Beng ü Bade”de sadece Osmanlı Devleti’nin padişahı ile Safevi Devleti’nin şahını anlatmamış, bu kişilerin timsalinde Osmanlı ve Safevi toplum yapısını da irdelemiştir.
Leyla ile Mecnun: Türk edebiyatında da birçok şair tarafından ele alınmış, ancak en çok beğenilen "Leyla ile Mecnun" hikâyesini Fuzûlî yazmıştır. Fuzûlî bu mesvisini, Kanûnî'nin Bağdat'ı fethinde görüştüğü Hayali Bey ve Yahya Bey'in tavsiyeleri üzerine kaleme almıştır. Fuzulî'nin 3036 beyitten oluşan "Leyla ile Mecnun" mesnevisi klasik mesnevi geleneğine uygun olarak tevhid, münacaat, naat, eserin yazılış sebebi, asıl hikâye gibi bölümlerden oluşur. İlahi bir aşk dile getirilmiştir.
Şikayetname: Fuzuli'nin Nişancı Celalzâde Mustafa Çelebi'ye yazdığı mektup. Şair, Bağdat vakıflarının masraf artığından kendisine bağlanan günde dokuz akçalık tahsisatını, elinde berat olduğu hâlde alamayınca dönemin nişancısına bu mektupla başvurur. Mektup 16. yüzyıl nesrinin özelliklerini taşır. Sanatlı, ağır bir üslupla yazılmış, ayet, hadis ve manzum parçalarla süslenmiştir. Mektubun:
"Selâm verdüm rüşvet degüldür deyu almadılar
Hüküm gösterdim fâidesüzdür deyu mültefit olmadılar." biçiminde başlayan bölümü ünlüdür ve dil bakımından en yalın olan bölümdür.
Diğer: Türkçe, Farsça, Arapça Divan; Kırk Hadis Tercümesi, Hadikatü’s-Süada, Sıhhat u Maraz, Rind ü Zahid, Sakiname…
Beng ü Bade: Afyonla şarabın karşılaştırılıp şarabın üstün olduğu sonucuna varılan Beng-i Bade, aruzun “feilâtün mefâilün feilün” kalıbıyla yazılmış olup 444 beyitten müteşekkildir. Safevî hükümdarı Şah İsmail’e sunulan eser, alegorik bir yapıya sahiptir. Ali Yıldırım’a göre “beng” ve “bade” Beyazıd ile Şah İsmail’i temsil eder. Fuzuli “Beng ü Bade”de sadece Osmanlı Devleti’nin padişahı ile Safevi Devleti’nin şahını anlatmamış, bu kişilerin timsalinde Osmanlı ve Safevi toplum yapısını da irdelemiştir.
Leyla ile Mecnun: Türk edebiyatında da birçok şair tarafından ele alınmış, ancak en çok beğenilen "Leyla ile Mecnun" hikâyesini Fuzûlî yazmıştır. Fuzûlî bu mesvisini, Kanûnî'nin Bağdat'ı fethinde görüştüğü Hayali Bey ve Yahya Bey'in tavsiyeleri üzerine kaleme almıştır. Fuzulî'nin 3036 beyitten oluşan "Leyla ile Mecnun" mesnevisi klasik mesnevi geleneğine uygun olarak tevhid, münacaat, naat, eserin yazılış sebebi, asıl hikâye gibi bölümlerden oluşur. İlahi bir aşk dile getirilmiştir.
Şikayetname: Fuzuli'nin Nişancı Celalzâde Mustafa Çelebi'ye yazdığı mektup. Şair, Bağdat vakıflarının masraf artığından kendisine bağlanan günde dokuz akçalık tahsisatını, elinde berat olduğu hâlde alamayınca dönemin nişancısına bu mektupla başvurur. Mektup 16. yüzyıl nesrinin özelliklerini taşır. Sanatlı, ağır bir üslupla yazılmış, ayet, hadis ve manzum parçalarla süslenmiştir. Mektubun:
"Selâm verdüm rüşvet degüldür deyu almadılar
Hüküm gösterdim fâidesüzdür deyu mültefit olmadılar." biçiminde başlayan bölümü ünlüdür ve dil bakımından en yalın olan bölümdür.
Diğer: Türkçe, Farsça, Arapça Divan; Kırk Hadis Tercümesi, Hadikatü’s-Süada, Sıhhat u Maraz, Rind ü Zahid, Sakiname…
ZATİ
1471-1546 yılları arasında yaşamış Balıkesirli bir şairdir.
Söyleyişinde incelik ve estetik vardır. Baki’nin yetişmesinde büyük katkıları
olmuştur. Bunların yanında ilk şehrengiz yazanlardan birisidir. Döneminde Baki
ve Fuzuli’yle birlikte Divan edebiyatını taklitten kurtarmışlardır.
Zati, para kaygısı nedeniyle ısmarlama gazel ve kasideler de yazmıştır. Duyma engelli olduğu için devlet işlerinde çalışmak istememiş, ayakkabı tamir dükkanında birçok şaire üstatlık yapıp yol göstermiştir. Medrese eğitimi almamasına rağmen olağanüstü yeteneğe sahip olan Zati’nin şiirlerinden yola çıkarak Farsça bildiği söylenebilir. Ziya Paşa onu “Türk şiirine temel koyan şairlerin üçüncüsü” olarak nitelendirmiştir.
Eserleri: Divan, Şems ü Pervane(mesnevi), Edirne Şehrengizi, Ahmed ü Mahmud, Ferruh-name
Zati, para kaygısı nedeniyle ısmarlama gazel ve kasideler de yazmıştır. Duyma engelli olduğu için devlet işlerinde çalışmak istememiş, ayakkabı tamir dükkanında birçok şaire üstatlık yapıp yol göstermiştir. Medrese eğitimi almamasına rağmen olağanüstü yeteneğe sahip olan Zati’nin şiirlerinden yola çıkarak Farsça bildiği söylenebilir. Ziya Paşa onu “Türk şiirine temel koyan şairlerin üçüncüsü” olarak nitelendirmiştir.
Eserleri: Divan, Şems ü Pervane(mesnevi), Edirne Şehrengizi, Ahmed ü Mahmud, Ferruh-name
BAKİ
1526-1600 yılları arasında yaşamış, dönemin
ikinci büyük şairi olan Baki, Divan edebiyatının "Sultanü'ş Şuara"sıdır.
İstanbul doğumludur. Çok iyi eğitim görmüş, bunun sonucunda değişik
medreselerde müderrislik yapmıştır. İlmiye sınıfından olan Baki, şeyhülislamlığı
çok istemiş fakat buna bir türlü ulaşamamıştır.
Dili çağına göre sadedir. Tekniğinin güçlü olmasının yanında İstanbul Türkçesini başarıyla kullanan biridir. Ahenk ve musikiye önem vermiş, söz seçiminde de seçici davranmıştır. Yer yer çok sade ve doğal bir Türkçe ile beyitler yazan Baki, halk deyimlerine bolca yer vermiştir. Söz sanatlarında oldukça başarılı olan şairin sanatsız beytinin olmadığı söylenir. Divan edebiyatını Arap ve İran edebiyatıyla boy ölçüşebilecek dereceye getiren baki “tasavvufla hiç ilgilenmemiş, şiirlerinde tasavvufa yer vermemiştir.” Yer yer dili son derece ağır, Arapça ve Farsça tamlamalarla yüklüdür. Hiç mesnevi yazmamasının yanında gazel türünün en önemli temsilcisidir. Mahallileşme akımının başlamasında etkilidir.
BİLİYORUM: Baki denince akıllara ilk gelen, kuşkusuz, çok sevdiği cihan sultanı Kanuni’nin ölümü üzerine yazdığı ağıt niteliğindeki Kanuni Mersiyesi’dir.
BİLİYORUM: Baki’nin mesnevi türünde eseri yoktur.
Eserleri: Kanuni Mersiyesi(terkib-i bent), Divan, Fazailü’l-Cihad, Fazail-i Mekke, Hadis-i Erbain Tercümesi
Dili çağına göre sadedir. Tekniğinin güçlü olmasının yanında İstanbul Türkçesini başarıyla kullanan biridir. Ahenk ve musikiye önem vermiş, söz seçiminde de seçici davranmıştır. Yer yer çok sade ve doğal bir Türkçe ile beyitler yazan Baki, halk deyimlerine bolca yer vermiştir. Söz sanatlarında oldukça başarılı olan şairin sanatsız beytinin olmadığı söylenir. Divan edebiyatını Arap ve İran edebiyatıyla boy ölçüşebilecek dereceye getiren baki “tasavvufla hiç ilgilenmemiş, şiirlerinde tasavvufa yer vermemiştir.” Yer yer dili son derece ağır, Arapça ve Farsça tamlamalarla yüklüdür. Hiç mesnevi yazmamasının yanında gazel türünün en önemli temsilcisidir. Mahallileşme akımının başlamasında etkilidir.
BİLİYORUM: Baki denince akıllara ilk gelen, kuşkusuz, çok sevdiği cihan sultanı Kanuni’nin ölümü üzerine yazdığı ağıt niteliğindeki Kanuni Mersiyesi’dir.
BİLİYORUM: Baki’nin mesnevi türünde eseri yoktur.
Eserleri: Kanuni Mersiyesi(terkib-i bent), Divan, Fazailü’l-Cihad, Fazail-i Mekke, Hadis-i Erbain Tercümesi
HAYALİ BEY
Hayâlî Bey’in asıl adı Mehmed, lakabı
Bekâr Memi’dir. Selanik’in kuzeydoğusundaki Vardar Yenicesi’nde doğmuştur.
Doğum tarihi bilinmemektedir. Kanuni’nin en sevdiği şairlerden biri olan
Hayali, seferlerde orduya eşlik de etmiştir. Rodos Kuşatması ve Bağdat’ın
fethine katılmışlığı vardır. Fuzuli’yle de Bağdat Seferi’nde tanıştığı ileri
sürülmektedir.
Şiirdeki yeteneği dolayısıyla Melikü’ş-şuara(Şairler Sultanı), Diyar-ı Rum’un Sultan-ı Şuarası, Hayal-i Meşhur gibi unvanlarla çağırılmıştır. Tüm bunlar Hayali’ye ün sağladığı gibi düşman da kazandırmış, birçok hiciv ve alaya maruz kalmıştır. En büyük özelliği rind edası ve dünyâya kalenderce bakışıdır. Tasavvufî şiirlerinde bile rindlik ve kalenderlik sezilir. Birçok bakımdan Bakî ile aynı derecede başarılı şiirlerinde tasavvufu işlemesi yönünden ondan da üstün bir şâir sayılabilir.
Sade bir dille yazmasının yanında imgesel ve derin hayal dünyasını yansıtan motiflere yer vermesi onu özgün ve teknik açıdan yetenekli bir şair yapmıştır.
1556 yılında Edirne'de ölmüştür.
Bilinen tek eseri Divan’ıdır.
Şiirdeki yeteneği dolayısıyla Melikü’ş-şuara(Şairler Sultanı), Diyar-ı Rum’un Sultan-ı Şuarası, Hayal-i Meşhur gibi unvanlarla çağırılmıştır. Tüm bunlar Hayali’ye ün sağladığı gibi düşman da kazandırmış, birçok hiciv ve alaya maruz kalmıştır. En büyük özelliği rind edası ve dünyâya kalenderce bakışıdır. Tasavvufî şiirlerinde bile rindlik ve kalenderlik sezilir. Birçok bakımdan Bakî ile aynı derecede başarılı şiirlerinde tasavvufu işlemesi yönünden ondan da üstün bir şâir sayılabilir.
Sade bir dille yazmasının yanında imgesel ve derin hayal dünyasını yansıtan motiflere yer vermesi onu özgün ve teknik açıdan yetenekli bir şair yapmıştır.
1556 yılında Edirne'de ölmüştür.
Bilinen tek eseri Divan’ıdır.
HAYRETİ
16’ncı yüzyılda Vardar’da dünyaya geldi.
Asıl ismi Mehmed’dir. Önce Gülşeni tarikatına girdi, ardından Bektaşi oldu.
Vezir İbrahim Paşa, sunduğu kasideyi çok beğenince şaire bir tımar vermek
istedi. Ancak Padişah Yavuz Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ı küçümseyen
şiirleri olduğunu görünce vazgeçti. Daha küçük bir tımar verdi. Hayretî ömrünün
sonuna doğru gözlerini kaybetti. 1534’te öldü. Kalenderlik, yiğitlik,
samimiyet, coşkunluk dolu şiirleriyle tanınır.
Eserleri: Divan
Eserleri: Divan
KARA FAZLİ
Klâsik Türk edebiyatında Gül ü Bülbül
adlı mesnevîsiyle tanınmış olan Fazlî, Kânûnî Sultan Süleyman devri (1520-1566)
sairlerindendir. Tasavvufa eğilimine rağmen mutasavvıf bir sair değildir. Dîvân’ında
yer alan şiirlerinde Türkçe kelimelere ağırlık vermiş, deyim ve atasözlerinden
de yararlanarak konuşma diline dayanan sağlam bir Türkçe oluşturmaya çalışmıştır.
Bu özelliğinde Türkî-i Basit akımı ile birlikte Zâtî’nin etkisi büyük
rol oynamıstır. Hamse sahibidir.
Gül ü Bülbül: Kara Fazlî’nin Gül ü Bülbül’ü bu eserler içinde en hacimlisi olup
en çok beğenilenidir. Fazlî, aruzun “fâilâtün mefâilün fâilün” kalıbıyla
yazdığı 2450 beyitlik mesnevisini 960’ta (1553) tamamlayarak Kanûnî
Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa’ya ithaf etmiştir. Tamamen temsilî
(alegorik) bir tarzda kaleme alınan eser 390 beyitlik bir girişle
başlamaktadır. Telif sebebinin de açıklandığı on bölümlük bir giriş kısmından
sonra asıl konuya geçilmektedir. Hikâyenin kahramanlarını çiçek ve bitkilerden
gül, lâle, nergis, sûsen, menekşe, servi, sümbül; tabiat varlıklarından jâle,
ırmak, güneş, meltem, şimşek, gülşen; mevsim ve aylardan bahar, temmuz, hazan,
kış ve nevruz; kuşlardan da bülbül oluşturmaktadır. Fazlî bu eserinde eski şiir
ve sanat anlayışının ortaya koyduğu bütün mecazları ve sanat oyunlarını
başarılı bir şekilde uygulamıştır. Teşhis ve intak sanatının güzel
örneklerinden biri olan Gül ü Bülbül’de
şair her kahramanın mücerret bir mefhumun
karşılığı olduğunu belirtmektedir. Buna göre Gül ruhu, Bülbül gönlü, Gülşen
teni, Nergis sağduyuyu, Meltem nefsi, Servi doğruluğu, Irmak saflığı, Jâle
şevki, Sûsen şecaati, Menekşe tevazuu, Lâle ebedî sevgiyi, Sümbül hasedi, Diken
kin ve kibri, Şah Temmuz gazabı, Hazan Şah şehveti, Şah Şitâ fesadı, Nervuz Şah
mânevî aydınlığı ifade etmektedir
Diğer Eserleri: Hüma vü Hümayun(mesnevi), Luccetü’l-Esrar(mesnevi), Dîvân, Rubâ’iyyât,
KEMAL PAŞAZADE
Osmanlı âlimlerinin en meşhurlarındandır. İsmi, Ahmed bin Süleymân bin Kemâl Paşa’dır, “İbn-i Kemal” diye de anılır. 1468 ’de doğmuştur. 1534’da İstanbul’da vefât etmiştir. Kemâl Paşazade, 1527’de ise şeyhülislâmlığa tâyin edilmiştir. Büyük bir âlim olduğu gibi; güçlü bir târihçi, değerli bir edîb, kuvvetli bir şâirdir. Tasavvufta da ileri derece sahibidir. İslâmî ilimlerden başka dil ilmi ile de uğraşan Kemâl Paşazade Arapçayı esas alarak Galatât adlı bir eser yazmıştır. Dîvân şiirinin bu asırda önde gelen şâiri olup Dîvân’ı ile Yûsuf u Züleyhâ mesnevîsi meşhurdur. Fakat daha ziyâde ağır bir dille yazdığı Tevârih-i Âl-i Osman adlı eseri ile tanınmıştır.
BİLİYORUM: Kemal Paşazade devrin en
büyük alimi olmasının yanı sıra önemli bir tarihçi, din bilgini ve şairidir.
Şiirlerinde ise mahlas kullanmamıştır.
Tevârih-i
Âl-i Osman: İbn-i Kemal’in, padişah
II. Beyazıd’ın emriyle yazmaya başladığı bu eser, devletin kuruluşundan
başlayarak II. Beyazıd devri sonuna kadar gelir. Sultan Süleyman’ın isteği
üzerine devam ederek Yavuz Sultan Selim devrini ilave etmiş ve Kanuni devrinde
1526-1527 tarihinde gerçekleşen olayları da eserine alarak Mohaç Muharebesi’ni
takiben gelen Budin’in Fethi olaylarını da ekleyerek genişletmiştir. Böylece
234 yıllık bir süreyi içeren 10 defter bir araya getirilmiş ve bu eserler, II.
Beyazıd ve Kanuni dönemlerinde yazdırılmıştır. Mohaç Seferi’ni anlatan 10.
defter Tarih-i Engürüs ve Fetihname gibi farklı isimlerle ayrı
bir eser olarak tanınmıştır.
NEV’İ
1534-1599 yılları arası yaşamıştır. İlim sahibi, faziletli, tasavvufi
mizaçlı, mütevazı, hoş görülüdür. Aşk konulu şiirlerinin yanı sıra didaktik
şiirler de ele almıştır.
Kaynaklar onun ilim sahibi, faziletli, tasavvufi mizaçlı, mütevazı, hoşgörülü bir şair ve insan olduğundan söz etmektedir. Uzun yıllar medrese hayatının içinde olması şiir anlayışını da etkilemiş aşk konulu şiirlerinin yanı sıra didaktik şiirler de ele almıştır. Nev’i'nin şiirlerindeki aşk anlayışı mecazi bir aşktır. Dünyevi aşktan söz edermiş gibi yazılan şiirlerinde sık sık tasavvufi terimler kullanılmış ancak kullandığı bu terimler terim olarak kalmıştır.
Nevi söz sanatlarını maharetli bir ustalıkla kullanan edebi bilgileri oldukça kuvvetli mazmunlara ve devrin edeb anlayışıyla edebi zevkine hakim edebyatla ilgi çok zengin edebi malzemeye sahip usta bir şairdir. Şiirlerinde sık sık telmihler yapan Nevi başkaları tarafından kolayca söylenemeyen mazmunları bir çırpıda ifade edebilen ifade kaabileyeti yüksek bir şairdir.
Kaynaklar onun ilim sahibi, faziletli, tasavvufi mizaçlı, mütevazı, hoşgörülü bir şair ve insan olduğundan söz etmektedir. Uzun yıllar medrese hayatının içinde olması şiir anlayışını da etkilemiş aşk konulu şiirlerinin yanı sıra didaktik şiirler de ele almıştır. Nev’i'nin şiirlerindeki aşk anlayışı mecazi bir aşktır. Dünyevi aşktan söz edermiş gibi yazılan şiirlerinde sık sık tasavvufi terimler kullanılmış ancak kullandığı bu terimler terim olarak kalmıştır.
Nevi söz sanatlarını maharetli bir ustalıkla kullanan edebi bilgileri oldukça kuvvetli mazmunlara ve devrin edeb anlayışıyla edebi zevkine hakim edebyatla ilgi çok zengin edebi malzemeye sahip usta bir şairdir. Şiirlerinde sık sık telmihler yapan Nevi başkaları tarafından kolayca söylenemeyen mazmunları bir çırpıda ifade edebilen ifade kaabileyeti yüksek bir şairdir.
Eserleri: Divan, Tercüme-i Hadîs-i Erbain (Kırk hadisin
kırk kıt’a hâlinde tercümesi), Hasb-ı Hal, Nevâ-yı Uşşak
MUHİBBİ
(Muhteşem Süleyman)
“Yaptığın
üç isabetli şeyi say deseler, biri muhakkak şair Baki’yi İstanbul’a getirip
insanlığa kazandırmamdır.” Kanuni Sultan Süleyman
Padişah şairlerin en üretkeni sayılan
Muhibbi’nin ilk şiirleri, dil ve duygu bakımından başlangıç aşamasındadır. Bu
şiirleri daha çok büyük babası II. Beyazıd’ın etkisinde yazdığı söylenebilir.
Ayrıca bu şiirlerde bir Osmanlı muhitinden uzaklık havası sezilmektedir. Çok
defa umumi ıstırap ve kanaat duygularını terennüm etmiştir. Bunun dışında kalan
güzel ve olgun şiirlerinin padişah olup büyük şairlere yakından temas sonucunda
olgunlaştığı ve sanatkarlık zevki kazandığı zamanlara ait olduğu söylenebilir.
Şiirlerinde bir padişahtan çok sıradan bir insan olarak kimlik gösteren Muhibbi, aşkı, ıstırabı, kanaat ve alçakgönüllüğü, felekten şikayet etmek gibi şairlerin işlediği konuları işlemiştir. Onun şiirlerinde gurur ve büyüklenme duyguları görülmez. Tüm kudretine rağmen fakirlikten, kimsesizlikten ve sevgilinin vefasızlığından şikayet eder.
Muhibbî en fazla şiir yazan Osmanlı padişahıdır. Ayrıca Zâtî'den sonra en çok gazel yazma rekoruna sahiptir. Biri Farsça olmak üzere dört divançesi vardır. Bunlardan birincisi 30 yaprak, ikincisi 118 yaprak, üçüncüsü ise 261 yapraktır. Farsça Divan’ı Prof. Dr. Coşkun Ak tarafından edebiyatımıza kazandırılmıştır.
Şiirlerinde bir padişahtan çok sıradan bir insan olarak kimlik gösteren Muhibbi, aşkı, ıstırabı, kanaat ve alçakgönüllüğü, felekten şikayet etmek gibi şairlerin işlediği konuları işlemiştir. Onun şiirlerinde gurur ve büyüklenme duyguları görülmez. Tüm kudretine rağmen fakirlikten, kimsesizlikten ve sevgilinin vefasızlığından şikayet eder.
Muhibbî en fazla şiir yazan Osmanlı padişahıdır. Ayrıca Zâtî'den sonra en çok gazel yazma rekoruna sahiptir. Biri Farsça olmak üzere dört divançesi vardır. Bunlardan birincisi 30 yaprak, ikincisi 118 yaprak, üçüncüsü ise 261 yapraktır. Farsça Divan’ı Prof. Dr. Coşkun Ak tarafından edebiyatımıza kazandırılmıştır.
Eserleri: Divan
TAŞLICALI
YAHYA
Yahya Bey kuvvetli bir Divan şairi olmakla
birlikte Türk Edebiyatı'ndaki asıl yeri mesnevi sahasındaki ustalığı
dolayısıyladır. Bu taşralı şairin bir başka özelliği de sadece mesnevilerinde
değil kaside ve gazellerinde de sade ve temiz bir dil kullanmış
olmasıdır. Yahya Bey beş mesnevi yazarak bir hamse sahibi olmaya
çalışmış ve bu amacına ulaşmıştır. Yahya Bey'in mesnevicilikte en üstün
tarafı İran'da yazılmış olan örneklerden aktarmayarak kendi buluş ve
ilhamlarına bağlı kalmasıdır. Devrinin bazı tiplerini, kıyafetlerini,
manzaralarını, düşünce tarzlarını Yahya’nın Hamse'sinde görebiliriz. Gelecek
asırlarda bilhassa Lale devrinde gelişerek yerlileşme akımının ilk
belirtilerini Necâti ile birlikte Taşlıcalı Yahya Bey'de görmekteyiz. Sırf
mesnevilerinde değil kaside ve gazellerinde de yerli çizgiler bulunmaktadır.
Türkçe kelimeleri aruza uydurmak için başvurulan tatsız imaleler onda yoktur.
Samimi ve akıcı bir üslubu vardır. Türkçe düşünmek ve Türkçe söylemek yolunda
Necati'den başlayıp gelen ve Zâtî'nin çevresinde devam eden geleneğe bağlıdır.
Talıcalı Yahya bulunduğu konuma gelebilmek için epey güçlükle karşılaşmıştır. Kanuni’ye çok yakın konumda olan Hayali’nin güçlü şair olma konumunu kaybetmemek adına yaptığı engellemeler ve kıskançlığıyla, birçok önemli şair gibi, savaşmak zorunda kalmıştır. Hayali tarafından uzun bir süre küçümsenmiştir. Yahya Bey küçüklüğünde devşirme olarak Yeniçeri Ocağı’na da katılmış, Yavuz Sultan Selim’in Mısır ve Çaldıran seferlerinde asker olarak bulunmuştur.
Şâh u Gedâ: Eser, sevgilide ilahi güzelliği görerek ona platonik bir aşkla vurulan Gedâ adlı biriyle Şâh adlı sevgilinin hikayesidir. Bu hikaye ilk defa Fars edebitında Hilali tarafından mesnevi türünde kaleme alınmıştır. Fakat Yahya Efendi bu eseri özgün bir şekilde kaleme almıştır.Eser aruzun “fe’ilatün, mafa’ilün, fe’ilün” kalıbıyla oluşturulmuştur.
Talıcalı Yahya bulunduğu konuma gelebilmek için epey güçlükle karşılaşmıştır. Kanuni’ye çok yakın konumda olan Hayali’nin güçlü şair olma konumunu kaybetmemek adına yaptığı engellemeler ve kıskançlığıyla, birçok önemli şair gibi, savaşmak zorunda kalmıştır. Hayali tarafından uzun bir süre küçümsenmiştir. Yahya Bey küçüklüğünde devşirme olarak Yeniçeri Ocağı’na da katılmış, Yavuz Sultan Selim’in Mısır ve Çaldıran seferlerinde asker olarak bulunmuştur.
Şâh u Gedâ: Eser, sevgilide ilahi güzelliği görerek ona platonik bir aşkla vurulan Gedâ adlı biriyle Şâh adlı sevgilinin hikayesidir. Bu hikaye ilk defa Fars edebitında Hilali tarafından mesnevi türünde kaleme alınmıştır. Fakat Yahya Efendi bu eseri özgün bir şekilde kaleme almıştır.Eser aruzun “fe’ilatün, mafa’ilün, fe’ilün” kalıbıyla oluşturulmuştur.
BİLİYORUM: Şah u Geda’da olayın
geçtiği mekanın İstanbul(Atmeydanı ve Ayasofya) olması ve yerli konulara
değinilmesi onu diğerlerinden faklı kılar.
Yusuf u Züleyha: Yahya Bey'in bu eseri, özellikle aşk ve ihtiras sahneleriyle esere özgün bir hava katmıştır. Şair bu eserinde daha çok beşeri bir aşkı işlemeye yönelmiştir. Züleyha bu eserde aşk ve ihtirasın sembolü haline gelir. Yusuf ise dini ve ahlaki inanışlarıyla Züleyha’nın aşk ve ihtiras duygularına direnen bir erdem ve nefsine hakim inanç adamı kimliğinde anlatılır. Türk Edebiyatı'nın belki de Şark Edebiyatı'nın bu konuda meydana getirdiği en başarılı eserdir. 16. yy.da Talıcalı Yahya’dan başka Yusuf u Züleyha mesnevisi yazan başka şairler de vardır: Kemal Paşazade, Abdurrahman Gubari ve Şerifi gibi… Fakat en beğenileni Talıcalı Yahya’nınki olmuştur.
Gencine-i Râz: Bu eserini Peygamber'i rüyasında görmesi üzerine yazdığını söylemektedir. Eser Kanûnî'ye ithaf edilmiştir. Çeşitli konularda yazılan makaleler kırk bölüme ayrılmıştır. Her makalenin sonunda konu ile alakalı bir hikaye vardır. Eser Hamse içinde telif tarihi taşıyan tek mesnevidir.
Diğer: Divan, Kitâb-Usûl, Gülşen-i Envâr…
Yusuf u Züleyha: Yahya Bey'in bu eseri, özellikle aşk ve ihtiras sahneleriyle esere özgün bir hava katmıştır. Şair bu eserinde daha çok beşeri bir aşkı işlemeye yönelmiştir. Züleyha bu eserde aşk ve ihtirasın sembolü haline gelir. Yusuf ise dini ve ahlaki inanışlarıyla Züleyha’nın aşk ve ihtiras duygularına direnen bir erdem ve nefsine hakim inanç adamı kimliğinde anlatılır. Türk Edebiyatı'nın belki de Şark Edebiyatı'nın bu konuda meydana getirdiği en başarılı eserdir. 16. yy.da Talıcalı Yahya’dan başka Yusuf u Züleyha mesnevisi yazan başka şairler de vardır: Kemal Paşazade, Abdurrahman Gubari ve Şerifi gibi… Fakat en beğenileni Talıcalı Yahya’nınki olmuştur.
Gencine-i Râz: Bu eserini Peygamber'i rüyasında görmesi üzerine yazdığını söylemektedir. Eser Kanûnî'ye ithaf edilmiştir. Çeşitli konularda yazılan makaleler kırk bölüme ayrılmıştır. Her makalenin sonunda konu ile alakalı bir hikaye vardır. Eser Hamse içinde telif tarihi taşıyan tek mesnevidir.
Diğer: Divan, Kitâb-Usûl, Gülşen-i Envâr…
LÂMİ'Î ÇELEBİ
1475-1532 yılları arasında yaşamış olan Bursalı şair Lami’i
Çelebi’nin edebiyatımızdaki yerini belirleyen çeşitli yönleri ele alınıp
sınıflandırılabilir. O bir divan şairidir. İki hamse sahibi olan
Çelebi’nin aynı zamanda mükemmel ve müretteb bir divanı vardır. Lamii Çelebi Nakşibendi
tarikatına mensuptur.
Eserleri: 46 eseri vardır. Absal u Salaman, Cabir-Name, Ferhad-Name, Firak-Name, Heft-Peyker, Hayret-Name…
Eserleri: 46 eseri vardır. Absal u Salaman, Cabir-Name, Ferhad-Name, Firak-Name, Heft-Peyker, Hayret-Name…
BAĞDATLI RUHİ
Hiciv ve ahlak şiirleri ile tanınan divan
şairi. Bağdat’ta doğduğu için bu isimle meşhurdur. Doğum tarihi kesin olarak
bilinmemektedir. Şam’da ölmüştür (1605). Mevlevi tarikatına bağlı açık
sözlü usta bir şairdi. Acı hakikatleri açıkça söylemekten çekinmez, dindar geçinen
ikiyüzlülerin iç yüzlerini gösterirdi. Basit insanların kibirlerinden, bir çok
zenginlerin bencil ve insafsız oluşlarından, kötü davranışlarından şikayetçi
olurdu. Gazel ve kasidelerinde sadelik ve samimilik vardır. Bir divanı vardır. Divan’ında
bulunan Terkib-i Bend’i Türk Edebiyatında bu tür eserlerin en üstünü sayılmaktadır.
Tanzimat şairlerinden Ziya Paşa bile meşhur Terkib-i Bend’inde Bağdat’lı Ruhi’yi
geçtiğini değil, ancak ona yetişebildiğini söyleyerek, Ruhi’nin şiir gücünü
övmüştür.
BERGAMALI KADRİ
“Ben herkesin at oynattığı bir meydanda sürmek istemedim atımı. Öyle bir meydana saldım ki dizginleri, o meydanda evvelce kimse at sürmemişti.” Bergamalı Kadri
Onun atını sürdüğü alan, Türkiye Türkçesinin dil bilgisi alanıydı ve gerçekten de ilk defa o bu meydanda eser vermişti. Ne yazık ki meydan ondan sonra da boş kaldı. Aşık Paşa’dan sonra Türkçeye önem veren ve bu konuda eser vücuda getiren birkaç bilinçli edipten birisidir.
Bergamalı Kadri, 16. yy.da yaşamış, gençlik döneminde İstanbul’a gelmiştir. Bildiğimiz tek eseri Türkçe dil bilgisi kitabı olan Müyessiretü’l-Ulûm’ü Kanuni’nin ünlü sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa’ya sunmuştur. Bunun dışında ne hayatını ne başka eserlerini bilebiliyoruz.
Müyessiretü’l-Ulûm, Kâşgarlı Mahmud’un kayıp eserinden sonra Türkçe yazılmış ilk gramer kitabımızdır. Eser XVI. yüzyılda Kanunî Sultan Süleyman’ın veziri İbrahim Paşa’ya sunulmuştur. Eserin bir önemli noktası da yazım dilinin Türkçe olmasıdır. Zira o dönemlerde Türkçeyi konu alan birçok eser, genellikle Arapça konuşanlara Türkçeyi tanıtmak için yazıldığından Türkçe yerine Arapça olarak kaleme alınmıştır. Eserin dili aynı zamanda fazlasıyla açık ve rahat anlaşılabilir bir Türkçedir.
“Ben herkesin at oynattığı bir meydanda sürmek istemedim atımı. Öyle bir meydana saldım ki dizginleri, o meydanda evvelce kimse at sürmemişti.” Bergamalı Kadri
Onun atını sürdüğü alan, Türkiye Türkçesinin dil bilgisi alanıydı ve gerçekten de ilk defa o bu meydanda eser vermişti. Ne yazık ki meydan ondan sonra da boş kaldı. Aşık Paşa’dan sonra Türkçeye önem veren ve bu konuda eser vücuda getiren birkaç bilinçli edipten birisidir.
Bergamalı Kadri, 16. yy.da yaşamış, gençlik döneminde İstanbul’a gelmiştir. Bildiğimiz tek eseri Türkçe dil bilgisi kitabı olan Müyessiretü’l-Ulûm’ü Kanuni’nin ünlü sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa’ya sunmuştur. Bunun dışında ne hayatını ne başka eserlerini bilebiliyoruz.
Müyessiretü’l-Ulûm, Kâşgarlı Mahmud’un kayıp eserinden sonra Türkçe yazılmış ilk gramer kitabımızdır. Eser XVI. yüzyılda Kanunî Sultan Süleyman’ın veziri İbrahim Paşa’ya sunulmuştur. Eserin bir önemli noktası da yazım dilinin Türkçe olmasıdır. Zira o dönemlerde Türkçeyi konu alan birçok eser, genellikle Arapça konuşanlara Türkçeyi tanıtmak için yazıldığından Türkçe yerine Arapça olarak kaleme alınmıştır. Eserin dili aynı zamanda fazlasıyla açık ve rahat anlaşılabilir bir Türkçedir.
17. YÜZYIL
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme
sürecine girdiği, siyasi ve sosyal bakımdan türlü sorunların yaşandığı 17.
yüzyıl bilim, sanat ve edebiyatta çok verimli bir dönemdir. Edebiyatımız da bu
yüzyılda hem nazım, hem de nesirde olgunlaşma dönemine girmiştir. Kaside üstadı
Nefi birçok kaside şairini gölgede bırakmıştır. Gazelde ise Şeyhülislam Yahya,
Neşâti, Nâili, Nâbi gibi üstatlar yetişmiştir.
Düzyazı alanında ise Evliya Çelebi, Naima, Kâtip Çelebi, Peçevi, Koçi
Bey, Nergisî, Veysî gibi ünlü yazarlar vardır. Divan edebiyatında görülen hikemî
tarz, Nâbî’nin öncülüğünde bu yüzyılda başlamıştır. Yine bu yüzyılda Sebk-i
Hindî (Hint üslubu) denilen yeni
bir anlatım tarzı geliştirilir. Bu yüzyılda âşık
edebiyatı da büyük gelişme göstermiştir. Başta Karacaoğlan, Kayıkçı Kul
Mustafa, Âşık Ömer, Gevheri gibi büyük saz şairleri bu dönemde yetişmiştir.
Âşık tarzı Türk şiiri, bu yüzyılda yetişen Karacaoğlan'la altın çağını
yaşamıştır. Gevherî ve Âşık Ömer'in şiirlerinde ise divan edebiyatının etkileri
belirgin bir biçimde görülmeye başlamıştır. Halk hikâyelerinin en güzellerinden
biri olan Kerem ile Aslı da bu yüzyılın anonim ürünlerindendir.
SEBK-İ
HİNDÎ
Edebiyatta (özellikle Divan edebiyatında)
Hint tarzı, Hint üslubu demektir. Hindistan’da,
Babürlü Hint-Türk hükümdarlarının saraylarında, Farsça yazan ozanlarca geliştirilmiştir. Edebiyatımızda XVII. yüzyıldan başlamak üzere etkisini göstermeye başlamıştır. Sebk-i Hindi’nin edebiyatımıza ses, kafiye ve yeni kelime bulma yönünden etkileri olmuştur. XVII. yüzyıl Divan sanatçılarından Nef’i, Naili, Neşati; XVIII. yüzyılda ise Şeyh Gâlib gibi sanatçılar, bütünüyle bu akım içinde yer almamakla birlikte Sebk-i Hindî’den etkilenmişlerdir. Böylece, Sebk-i Hindî’nin “bilmeceyi andıran karmaşık manzum ve anlatımlar, hayal oyunları, güçlükle anlaşılır, beklenmedik ve alışılmamış benzetmeler, sentetik bir şiir dili” olarak sıralanabilecek özellikleri, divan şiirinin kalıplarını kırmak yerine bu kalıplarla oynamak ustalığına yol açmıştır. Şiirde bil-gece tutumun, atasözlerini kullanmanın, özdeyiş niteliği taşıyan dizeler düzmenin yaygınlaşması da bunun sonucudur. Sebk-i Hindî etkisindeki şairler günlük yaşamdan uzaklaşmışlardır. Açık ve düz olan anlatım yerine kapalı, mecazlı, güç anlaşılır bir şiir söylemişlerdir. Dilleri diğer şairlere göre daha ağırdır. 3’lü, 4’lü tamlamalara yer vererek anlaşılmaz olmayı amaçlamışlardır. Önceden kullanılan mazmunlar bu akımdan etkilenenler tarafından reddedilmiş, işitilmemiş yeni hayallere dayalı mecazlar kullanılmıştır.
Babürlü Hint-Türk hükümdarlarının saraylarında, Farsça yazan ozanlarca geliştirilmiştir. Edebiyatımızda XVII. yüzyıldan başlamak üzere etkisini göstermeye başlamıştır. Sebk-i Hindi’nin edebiyatımıza ses, kafiye ve yeni kelime bulma yönünden etkileri olmuştur. XVII. yüzyıl Divan sanatçılarından Nef’i, Naili, Neşati; XVIII. yüzyılda ise Şeyh Gâlib gibi sanatçılar, bütünüyle bu akım içinde yer almamakla birlikte Sebk-i Hindî’den etkilenmişlerdir. Böylece, Sebk-i Hindî’nin “bilmeceyi andıran karmaşık manzum ve anlatımlar, hayal oyunları, güçlükle anlaşılır, beklenmedik ve alışılmamış benzetmeler, sentetik bir şiir dili” olarak sıralanabilecek özellikleri, divan şiirinin kalıplarını kırmak yerine bu kalıplarla oynamak ustalığına yol açmıştır. Şiirde bil-gece tutumun, atasözlerini kullanmanın, özdeyiş niteliği taşıyan dizeler düzmenin yaygınlaşması da bunun sonucudur. Sebk-i Hindî etkisindeki şairler günlük yaşamdan uzaklaşmışlardır. Açık ve düz olan anlatım yerine kapalı, mecazlı, güç anlaşılır bir şiir söylemişlerdir. Dilleri diğer şairlere göre daha ağırdır. 3’lü, 4’lü tamlamalara yer vererek anlaşılmaz olmayı amaçlamışlardır. Önceden kullanılan mazmunlar bu akımdan etkilenenler tarafından reddedilmiş, işitilmemiş yeni hayallere dayalı mecazlar kullanılmıştır.
NEF’İ
Nefî, tahminen 1572’de Erzurum’un
Hasankale (Pasinler) ilçesinde dünyaya geldi. Nefî övgüleri kadar, hatta daha
fazla, yergileriyle şiir çevrelerini meşgul etmeye başladı. Hicivleri hayatına
mal oldu. Tam olarak tarihi ve sebebi bilinmemekle birlikte, büyük olasılıkla 1635
yılının Ocak ayında IV. Murat’ın emri veya izniyle idam edildi. Nefî, kaside
nazım şeklinde ulaştığı söyleyiş ve anlatım ustalığıyla çağdaşlarını olduğu
kadar kendisinden sonra gelenleri de etkilemiştir. İyi bir öğrenim görmüştür.
Nef'î, padişahlara ve döneminin devlet büyüklerine yazdığı kasidelerle, ayrıca
hicivleriyle tanınmıştır. Nef'î, divan edebiyatının en önemli kaside şairidir.
Kasidelerin nesib bölümlerinde kendine özgü tasvirleri ve hayal gücünün
zenginliği ile başarısını ortaya koymuştur. Şiirlerinde sözün güçlü olmasına
özen göstermiştir. Şiirlerinde ses öğesi çok önemlidir. Şiirlerinden kılıç
şakırtılarının sesini duymak veya bahar manzaralarının kokusunu hissetmek mümkündür.
Şiirlerinde dil oldukça ağır, ama akıcıdır. Şiirlerinde iç ahenge dikkat eden
şair, tantanalı, mûsıkîli, ihtişamlı bir şiir dili oluşmuştur. Nef'î
övgülerinde ve yergilerinde ölçüsüzdür; "mübalağa" onun sanatını
açıklamada anahtar sözcüktür. Övdüklerini idealize ederek göklere çıkarır,
yerdiklerini yerin dibine geçirir. Daha önce övdüğü birini, belli bir süre
sonra hiç çekinmeden hicveder. Kendisinden birazcık zarar gördüğü herkesi
hicvetmiştir. Babasından sadrazama kadar herkesi hicvetmiştir. Babasını, "Peder
değil, başıma belâyı siyahtır bu." sözleriyle hicveder. Sivri dilinin
cezasını canıyla ödemiştir; kementle boğularak öldürülmüştür. Kaside şairi
olarak tanınan Nef’î'nin gazelleri de başarılıdır. Türkçe ve Farsça divanı
vardır. Hiciv türündeki şiirlerini Siham-ı Kaza adlı bir kitapta toplamıştır.
Mesnevisi yoktur.
Siham-ı Kaza: Nefî’nin en ünlü eseridir. Hicivlerinin bir araya getirildiği bu eserde, hicvin ve mizahın dibine vurmuştur. Latifelerden küfürlere, imalardan ithamlara kadar her düzeyde hicviye ihtiva eden bu eser, şairin eleştiri oklarının hedefi olan babasını, devrin bürokratlarını, şairlerini ve din adamlarını ortak paydada buluşturur.
Diğer: Türkçe Divan, Farsça Divan
Siham-ı Kaza: Nefî’nin en ünlü eseridir. Hicivlerinin bir araya getirildiği bu eserde, hicvin ve mizahın dibine vurmuştur. Latifelerden küfürlere, imalardan ithamlara kadar her düzeyde hicviye ihtiva eden bu eser, şairin eleştiri oklarının hedefi olan babasını, devrin bürokratlarını, şairlerini ve din adamlarını ortak paydada buluşturur.
Diğer: Türkçe Divan, Farsça Divan
NAİLÎ
İstanbul’da 1608-1611
yılları arasında doğduğu tahmin edilen Nailî’nin asıl adı Mustafa’dır. Bestelenmeye
son derece müsait ve bugün için bile kolayca anlaşılan musammatlarıyla Türk
şiirinin ilk şarkı şairi kabul edilir. 1666 yılında ölmüştür. Nailî daha
çok, gazel şairi olarak tanınsa da diğer nazım biçimleriyle yazdığı şiirler de dikkati
çeker. Kasidelerinde, Nefî gibi nesib yerine fahriyeyle şiirlerine başlar. Bu
farklılığı ona Sebk-i Hindî sağlamıştır. Nailî’nin edebî şahsiyetinde bu
üslubun bütün özellikleri görülmektedir. Derin ve girift anlam, insan mantığını
zorlayan hayaller, daha önce kullanılmamış mazmunlar, ıstırap, tasavvufun ruhu
olgunlaştıran engin sükûneti ve kendisinin bu sükûnete erememekteki üzüntüsü,
anlaşılması zor zincirleme tamlamalar, az sözle çok şey anlatma gayreti, yeni
kelimelerle zenginleştirilmiş ince ve süslü dil zevki onun şiirlerindeki genel
özelliklerdir. Nailî’nin bugünkü
bilgilere göre, bilinen tek eseri mürettep divanıdır.
NABÎ
Hayriyye adlı ünlü mesnevisinden
öğrendiğimize göre Nabî’nin asıl adı Yusuf olup 1642 yılında eski adı
Ruha olan Urfa’da doğmuş; çocukluğunu ve ilk gençliğini memleketinde geçirmiştir.
Nabî’nin şiirle düşünceyi birleştirerek açtığı hikemî şiir yolu, dönemi
için yenilik sayılmış ve bu yolda hem kendi döneminde hem de daha sonra
kendisini izleyen başka sanatçılar yetişmiştir. Nabî, şiirin o dönemde
değişmeye, yenilenmeye ihtiyacı olduğu görüşündedir ve şiir vadisinde bu değişikliği
yapma isteği ve azmiyle hareket eder. Ayrıca yapısı itibariyle de duygu
yanından çok düşünce yanı olan bir kişidir. Böylece, yaşanan dönemin
özellikleri; aklıselim, basiret, zekâ sahibi oluş; gözleriyle gördüğü her
şeyden, yaşadıklarından hisse kapıp şiire aktaran bir kişilik; coşkun ve lirik
şiir yazabilecek bir yaradılışa sahip olmayış ve şiirde yenilik arayışı, Yusuf
Nabî’yi XVII. yüzyılın ikinci yarısında hikemî şiir tarzına yönelten önemli
nedenler olarak karşımıza çıkar. Toplumcu bir şair olan nabi güzellikten çok
iyi olanın peşindedir. Şiirlerinde rindane ve aşıkane duygulara pek rastlanmaz.
Hayriyye: Nabî’nin ününü yaptığı en önemli eserlerindendir.
Halep’te 1701 tarihinde yazılmıştır. Nasihatname türünde yazılmış olan bu
didaktik mesneviyi Nabî, oğlu Ebulhayr Mehmet için, onun hayatta izlemesi
gereken yolu göstermek, ona öğüt vermek amacıyla yazmıştır. Beyit sayısı 1660
olan mesnevi, aruzun fe‘ilâtün fe‘ilâtün fe‘ilün kalıbıyla yazılmıştır.
Hayrabad: Nabî’nin Halep’te 1705
yılında yazdığı ikinci mesnevisidir. Âşıkane konulu eser, İranlı şair
Feridüttin Attar’ın İlahîname’sinden etkilenilerek yazılmıştır. Hayrabad
aruzun mef ‘ûlü mefâ‘ilün fe‘ûlün kalıbıyla yazılmış olup beyit sayısı 2000’e
yakındır.
Diğer: Farsça Divançe, Türkçe Divan, Surname, Terceme-i Hadis-i Erbain, Fetihname-i Kamaniçe, Tuhfetü’l-Harameyn, Zeyl-i Siyer-i Veysi, Münşeat.
Diğer: Farsça Divançe, Türkçe Divan, Surname, Terceme-i Hadis-i Erbain, Fetihname-i Kamaniçe, Tuhfetü’l-Harameyn, Zeyl-i Siyer-i Veysi, Münşeat.
SABİT (ö. 1712)
Sabit, Nabî mektebi olarak bilinen ekolün
içerisinde olsa da kendi şahsî üslubunu oluşturmuş şairler arasındadır.
Atasözlerini, halk tabirlerini, günlük konuşma dilinin kelime ve tabirlerini
şiire taşımakla tanınır. Şiirlerinde yerelliğe çok fazla rağbet ettiği, zaman
zaman müstehcen ima ve ifadelere kaydığı görülür. Sabit’in hamse oluşturacak
kadar mesnevisi vardır. Mesnevileri şunlardır:
Eserleri: Zafername, Edhem ü Hüma, Berbername, Derename, Amru’l-Leys
Eserleri: Zafername, Edhem ü Hüma, Berbername, Derename, Amru’l-Leys
ŞEYHÜLİSLAM YAHYA (1553-1644)
1622 yılından itibaren üç kez
şeyhülislamlık makamına atanmıştır. Divan şiirinde ne söylendiği kadar nasıl
söylendiği de önemlidir. Yahya, tam söyleyiş ustasıdır. Eski şiirin hüner
tarafına fazla itibar etmez. Nedîm’in de işaret ettiği gibi Yahya, gazel
şairidir. Gazellerindeki söyleyiş ve eda, sadelik Ziya Paşa’nın da dikkatini
çekmiştir. Gazelde işlenen en önemli konu aşktır. Aşk anlayışını geleneğin
içinden ifade ederken Yahya, tasavvufun sembolik dilini kullanır. Hayata rintçe
bakar. Melamet anlayışının beslediği rintçe yaklaşım onun gazellerinin
içeriğine, hatta edasına kadar yansır. Bu rintçe söyleyiş ve eda modern
şairlerin de ilgisini çeker. Bu sayede onun “Neler çeker bu gönül söylesem
şikâyet olur.” türünden mısraları ve gazelleri antolojilere girer. Şiirlerinde
mahallî unsurlara yer verir. Yahya, Nefî’yi överken ona “kâfir” imasında
bulunur:
Şimdi hayli sühanverân içre
Nef ‘î manendi var mı bir şair
Sözleri seba‘-i mu‘allakadır
İmriü’l-Kays kendidür kâfir
Nefî’nin bu kıta karşısındaki cevabı oldukça incedir:
Bize kâfir demiş müftî efendi
Tutalum ben ana diyem müselmân
Varıldıkta yarın rûz-ı cezaya
İkimiz de çıkaruz anda yalan
Şimdi hayli sühanverân içre
Nef ‘î manendi var mı bir şair
Sözleri seba‘-i mu‘allakadır
İmriü’l-Kays kendidür kâfir
Nefî’nin bu kıta karşısındaki cevabı oldukça incedir:
Bize kâfir demiş müftî efendi
Tutalum ben ana diyem müselmân
Varıldıkta yarın rûz-ı cezaya
İkimiz de çıkaruz anda yalan
Eserleri: Divan
NEŞÂTÎ
Edirneli olduğu bilinen ve Divan
edebiyatında Sebk-i Hindî tarzının öncülerinden olan Neşâtî yüzyılın gazel
ustalarındandır. Kaside de yazmış olmakla birlikte, esas ününü gazelleriyle
kazanmıştır. Kasidelerinde Nef'î'nin etkisi görülür. Neşâtî tasavvuf terbiyesi
almış olmasına rağmen şiirlerinde mutasavvıf ruhu görülmez. Şiirleri içten ve
duygulu olup daha çok âşıkane tarzda yazılmıştır. Neşâtî, Sebk-i Hindî'nin
öteki temsilcileri olan Nâ'ilî ve Fehîm'le birlikte Kâmî ve Nâzım gibi
kendisinden sonra gelen bazı şairleri etkilemiş ve bu şairlere üstatlık
etmiştir. 1674'te yaşamını yitirmiştir.
Eserleri: Dîvân, Hilye, Edirne Şehr-engîzi, Şerh-i Müşkilât-ı Urfî
Eserleri: Dîvân, Hilye, Edirne Şehr-engîzi, Şerh-i Müşkilât-ı Urfî
NEV’İ-ZADE ATAYİ
Mesnevileriyle ün yapmış bir şairdir.
Atâyî’nin Dîvan’ı da olmakla birlikte asıl şöhretini hamsesi ile
yapmıştır. Sâde ve akıcı bir dil ile yazılmış olan bu mesnevilerde, Sâkî-nâme
dışındakilerde dinî, ahlâkî ve mahallî konulardan meydana gelen küçük hikâyeler
anlatılır. Hamseyi meydana getiren bu mesnevilerin içinde İstanbul’a âit tasvirler
ile yerli hayâtı anlatan özellikler bulunur. Bu özelliklerinden dolayı
Atâyî’nin eserlerinin mesnevi edebiyatımız içinde özel bir yeri vardır.
Eserleri: Hamse(1. Nefha-tü’l-ezhar, 2. Sohbetü’l-ebkâr, 3. Âlem-nümâ ( = Sâkî-nâme),
4. Heft-hân, 5 Hilyetü’l-efkâr), Dîvan, Şekâyık Zeyli, Heft-hân
Eserleri: Hamse(1. Nefha-tü’l-ezhar, 2. Sohbetü’l-ebkâr, 3. Âlem-nümâ ( = Sâkî-nâme),
4. Heft-hân, 5 Hilyetü’l-efkâr), Dîvan, Şekâyık Zeyli, Heft-hân
NİYAZİ MISRÎ
Niyazi Mısri, evliyanın büyüklerindendir.
17. yy. tekke edebiyatı şairi olan Mısri, Halveti yolunun Mısriyye kolu
kurucusu ve şeyhidir. Mısri 1618 senesinde Malatya'nın Soğanlı köyünde
doğdu. 1693 senesinde Limni Adası’nda vefat etti. Aruz ve hece ölçüsü ile
yazdığı şiirlerini Divân-ı İlâhiyat isimli eserinde toplamıştır.
Tasavvuf konulu eserlerinin yanında tefsir kitapları da kaleme almıştır. Yunus
Emre'ye hayranlık duyan bir şairdir.
Eserleri: Şerh-i Esmâ-i Hüsnâ, Suâller ve Mısrî’nin Cevapları,
Risâle-i Mısrî, Şerh-i Nutk-ı Yûnus Emre, Tâbirnâme, Mektûbât, Sûre-i Nûr
Tefsîri, Risâle-i Vahdet-i Vücûd…
FEHÎM-İ KADÎM
(1627- 1648)
Divan edebiyatının Rimbaud'su… 17
yaşında divan sahibi olmuş, yirmi bir yaşında ölmüştür. Türk şiirine yeni bir
duyarlılık getiren ve etkisi 20. yy.ın başlarına değin süren Sebk-i Hindi
akımının Anadolu'daki ilk temsilcilerindendir. Nail-i Kadim, Neşati, Nabi, Şeyh
Galip gibi şairleri etkilemiş, Encümen-i Şuaranın ilham aldığı şairlerin
başında gelmiştir. Asıl adı Mustafa Fehim'dir. 1648 yılında vefat
etmiştir. İran edebiyatını yakından izleyen ve lirik bir söyleyişi olan şairin
karamsar bir yapısı vardır.
18. YÜZYIL
Türk edebiyatı, 18. yüzyılda da
gelişimini sürdürmüş, gerek nazım gerekse düz yazıda büyük sanatçılar yetiştirmiştir.
Ancak bu yüzyılın edebi gelişmelerine asıl damgasını vuran, “Mahallileşme
Cereyanı”denilen yerlileşme olayıdır. Önceki yüzyıllarda güçsüz şairlerin
çabalarında kendini gösteren Türkçeye dönüş istekleri, bu dönemde güçlü
şairlerin katılmasıyla bir Yerlileşme Akımı’na dönüşebilmiştir. Lâle Devri
(1718-1730)’nin zevk ve eğlence dünyasından edebiyata yansıyan yaşantılar da bu
gelişmeyi hızlandırmıştır. Böylece bir yandan Âşık edebiyatı, öte yandan
İstanbul ağzı ve halk zevki, Divan edebiyatımız üzerinde etkili olmuş, ona daha
ulusal bir çehre kazandırmıştır.
Divan edebiyatımız, bu dönemde iki büyük şair yetiştirmiştir. Bunlardan Nedim
(öl. 1730) Yerlileşme akımının en önemli temsilcisi olmuştur. Kendine özgü
bir söyleyiş tarzı yaratan Şeyh Gâlip ( öl. 1799) ise “Sebk-i Hindî”
tarzının bu dönemdeki en önemli temsilcisi olmuştur. Koca Ragıp Paşa (öl.
1765), Nahifî (öl.1778), Fıtnat Hanım (öl.1780), Sünbülzâde
Vehbî (öl. 1809) ve Enderunlu Fâzıl (öl. 1810) da bu yüzyılın önemli
şairlerindendir.
Nesirde ise tarih türünde Raşit, Çelebizade Âsım, Silahdar Mehmet Ağa; tezkirecilikte Safai, Salim Efendi ve İsmail Beliğ Efendi sayılabilir. Sefaretname türünde ise Yirmisekiz Mehmet Çelebi (öl. 1724)’nin Fransa Sefâretnâmesi önemlidir.
Halk edebiyatına gelince; dinî-tasavvufî konuları işleyen şairlerin başında Pendnâme yazarı Diyarbakırlı Ahmet Mürşidî ile Marifetnâme şairi Erzurumlu İbrahim Hakkı adları anılabilir.
Aşık tarzında da Âşık Ravzî, Âşık Mustafa, Âşık Kâmil, Âşık Nuri sayılabilir.
Edebiyatımız bu dönemde, Batı edebiyatından etkilenmeye başlamıştır.
Nesirde ise tarih türünde Raşit, Çelebizade Âsım, Silahdar Mehmet Ağa; tezkirecilikte Safai, Salim Efendi ve İsmail Beliğ Efendi sayılabilir. Sefaretname türünde ise Yirmisekiz Mehmet Çelebi (öl. 1724)’nin Fransa Sefâretnâmesi önemlidir.
Halk edebiyatına gelince; dinî-tasavvufî konuları işleyen şairlerin başında Pendnâme yazarı Diyarbakırlı Ahmet Mürşidî ile Marifetnâme şairi Erzurumlu İbrahim Hakkı adları anılabilir.
Aşık tarzında da Âşık Ravzî, Âşık Mustafa, Âşık Kâmil, Âşık Nuri sayılabilir.
Edebiyatımız bu dönemde, Batı edebiyatından etkilenmeye başlamıştır.
MAHALLİLEŞME (YERLİLEŞME)
Yerlileşme eğilimini ise biçim ve öz açısından iki ayrı düzeyde ele almak gerekmektedir: Biçimde yerlilik, dilde, söyleyişte yabancı sözcüklerden kaçınmak; Türkçeye yönelmek olarak özetlenebilir. Türki-i Basit (basit Türkçe) adı verilen bu akımın temsilcileri XVI. Yüzyıl ozanlarından Tatavlalı Mahremi ile Edirneli Nazmi’dir. Yabancı sözcükler kullanmadan salt Türkçe şiirler yazılabileceğini de kanıtlamayı amaçlayan bu eğilim yaygınlık kazanamamıştır.
XVIII. yüzyılın sonlarında Nedim ile belirginlik kazanan yerlileşme eğilimi ise öze ilişkindir. Nedim’in divan şiirine yenilik getirdiğini söyleyenler, kalıpları kırdığını, bilinen manzumlarla yetinmediğini, yaşamı yansıttığını, yalın, akıcı bir söyleyişi olduğunu; şiirlerinde neşe ve alayın, ten zevkinin dile getirildiğini söylerler. Ama ondan önceki divan şiirine bakıldığında, bu sayılanların hiç de yeni olmadığı görülür. Dahası Nedim’deki neşeyi ve alaycılığı Baki‘de bile bulabiliriz. Hele Rumelili ozanlarda yerlilik, neredeyse genellenebilecek bir özelliktir. Kısacası Nedim’i gelenekten koparmak olası değildir. Ancak, yine de onda kendisinden önce gelenlerden, hatta çağdaşlarından ayrılan, realite ile hepsinden başka ve daha sıcak bir şekilde kaynaşmış bir tarafında bulunduğu görülür. Nedim’in şarkı biçimini yeniden canlandırması ve bu biçimin en güzel örneklerini vermesi yanında; yansıttığı dünya ne ölçüde gerçekse, gerçekliğe yaklaşırsa; duyguları ne ölçüde içten ve yürekten geliyorsa dili de o ölçüde gerçeğe yaklaşır. İstanbul Türkçesinin en güzel örnekleri sayılabilecek dizeler yazmıştır.
NEDİM
1681’de İstanbul’da doğan şairin asıl adı Ahmet’tir, çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından korunan Nedim, şiirleriyle devlet büyüklerinin takdirini kazanmış; Patrona Halil İsyanı sırasında ölmüştür(1730). O bir Lale Devri şairidir ve şiirlerinde İstanbul, İstanbul’un mesire alanları, eğlence yerleri önemli yer tutar. Bu yüzden ona, İstanbul şairi de denir. Şiirlerinde tamamen din dış konuları işlemiş; aşk, şarap, hayattan zevk alma vb. temalar üzerinde durmuştur. Nedim dilde ve nazım biçiminde yenilikler denemiş, dış dünyada gördüklerini izlenimleriyle birleştirerek bir bakıma resimleştirmiştir. Soyut bir dünyası olan Divan şiirine somutu sokmayı başarmıştır. Döneminin yaşantısını şiirleriyle çok iyi yansıtan Nedim’in kullandığı dil dönemin İstanbul dilidir. Mahallileşme Akımı’nın en güçlü temsilcisi olan şairin hece ölçüsüyle de bir şiiri vardır. O, şarkı türünün bulucusudur. Nedim’in en başarılı olduğu türler gazel ve şarkılardır. "Malumdur benim sühanım mahlas istemez." diyerek şiirlerinde mahlas kullanmamıştır.
Eserleri: Divan
ŞEYH GALİP
1759’da
doğan şair, Divan edebiyatının son büyük şairidir. Tasavvufa
gönül vermiş, Mevlevi şeyhi olmuştur. Şiir dilinde, eskileri taklit etmeyi hoş
görmemiş kendine özgü bir üslup yaratmıştır. Bu üslup, İran’da gelişen Sebk-i
Hindi akımının etkilerini taşır. Şeyh Galip şiirlerinde halk söyleyişlerine,
İstanbul ağzına yer verir. Hece vezni ile şiir denemeleri vardır. Bu özellik;
onun da Mahallileşme Akımı’ndan yana olduğunu gösterir. Tasavvuf konu ve
temalarının yanında dünyevi aşkı da işlemiştir.
Önceleri Es’ad, sonraları Şeyh Galip mahlasıyla şiirler şiirler yazmıştır. Şeyh Galip bir iddia üzerine 1782’de Hüsn ü Aşk’ı yazmıştır.(Bir mecliste Nabi’nin Hayrabat’ını okunmuş, Şeyh Galip eserin o kadar güzel olmadığını söyleyince daha güzelini yazmaya davet edilmiştir. Galip de 6 ay içinde Hüsn ü Aşk’ı yazmıştır.) Galip Dede’nin heceyle yazdığı bir türküsü de vardır. 1799’da ölmüştür.
"Aşıkta gam ü bela gerektir dil-dar ise bivefa gerektir."
Önceleri Es’ad, sonraları Şeyh Galip mahlasıyla şiirler şiirler yazmıştır. Şeyh Galip bir iddia üzerine 1782’de Hüsn ü Aşk’ı yazmıştır.(Bir mecliste Nabi’nin Hayrabat’ını okunmuş, Şeyh Galip eserin o kadar güzel olmadığını söyleyince daha güzelini yazmaya davet edilmiştir. Galip de 6 ay içinde Hüsn ü Aşk’ı yazmıştır.) Galip Dede’nin heceyle yazdığı bir türküsü de vardır. 1799’da ölmüştür.
"Aşıkta gam ü bela gerektir dil-dar ise bivefa gerektir."
Hüsn ü Aşk: Divan edebiyatının son büyük şairi Şeyh Galip
olduğu gibi, mesnevi geleneğinin de son büyük halkası onun Hüsn ü Aşk
adlı eseridir. Bu eserin önemini, en güzel ve en özlü biçimde Ziya Paşa, “Gelmişdir
o şâir-i yegâne / Gûyâ bu kitâb içün cihâne” mısralarıyla açıklamıştır. Galip’in
henüz 26 yaşındayken yazdığı Hüsn ü Aşk mesnevisi, 2042 beyit ve
her biri altışar bent olan dört tardiyyeden oluşan bir eserdir. Eserde aruzun mef‘ûlü
mefâ‘ilün fe‘ûlün kalıbı kullanılmıştır. Eserde, klasik mesnevilerdeki
mukaddime, hikâye ve hatime bölümlerine yer verilmiştir.
Diğer: Şerh-i Cezire-i Mesnevi, Es-Sohbetü’s-Safiyye,
Divan.
SÜNBÜLZADE
VEHBÎ
Aslında Maraş'ta doğmuştur. Ailesi, Sünbülzadeler,
ulema sınıfına mensuptur. Vehbi'nin şiiri, şekil açısından çağdaşlarına göre
çok üstündür. Ancak duygu sıfırdır; daha çok yerel ve günlük olaylara, alaycı
ve cıvık bir gözlükle bakar, toplumsal bir ayna da sayılabilir. Sümbülzade
Vehbi hece ve aruz vezniyle yazdığı şiirlerle tanınır. Vehbi Divan edebiyatı
türlerinden RÜCU şiirleriyle ayrı bir ün yapmıştır. Rücu, mesajın ilk
satırda tahmin edilenden çok farklı olduğunu ikinci satırda anlatan bir sanat
türüdür. 1809’da ölmüştür.
Eserleri: Divan
ENDERUNLU
FÂZIL
Asıl adı Hüseyin olup Filistin’in Akka
kalesine bağlı Safed kasabasında dünyaya gelmiştir. Nedim’in şiirlerinde
görülen uçarılık ve rahat söyleyiş, Enderunlu Fazıl tarafından bir adım ötesine
taşınarak cinselliğin farklı biçimlerde anlatımına dönüşür. Fazıl, İstanbul
manzaralarını, sosyal olayları ve gerçek sevgili tipine ait güzellik
unsurlarını kendine has bir yaklaşımla anlatır. Bu yönüyle Nedim’i çağrıştıran
bir edası vardır. Özellikle şarkılarında bu yakınlık daha fazla sezilir.
Mahallileşme Akımı’ndan etkilenmiştir.
Eserleri: Defter-i
Aşk, Hub-name, Zenna-name, Divan.
KOCA RAGIP
PAŞA
Bu asrın Nedim ve Şeyh Galip’ten sonra
akla gelen ilk isimlerden biri olan Koca Ragıp Paşa (1699 - 1763), aynı
zamanda devrin büyük devlet adamlarından ve bilge şahsiyetlerinden biridir. Ragıp
Paşa, az şiir yazmakla birlikte yazdığı az sayıdaki şiiriyle sadece devrinin
değil, eski şiirimizin de önemli isimleri arasına girmeyi başarmış bir şairdir.
Ragıp Paşa, hikemi şiirin bu asırdaki en
büyük temsilcisidir. Gazellerinde Nabî ve Sâib (ö. 1671) tesiri son derece
belirgindir. Birçok gazeli Nabî’ye nazire olarak yazılmıştır. Fıtnat Hanım’la
karşılıklı latife ve nazireleri devrinde epeyce meşhur olmuştur.
Eserleri: Divan
ESRAR DEDE
Gerçek adı Mehmed olan Esrar Dede 1748
İstanbul'da doğdu. Çok iyi bir eğitim gördüğü eserlerinden kolayca
anlaşılabilmektedir. Arapça ve Farsça başta olmak üzere Rumca, Latince ve
İtalyanca bilirdi. Dile olan ilgisi ve kabiliyetini, Lûgat-ı Tılyan
isimli bir Türkçe - İtalyanca sözlük yazmış olmasından da anlıyoruz. Galata
Mevlevîhânesi'nde tanıştığı Şeyh Gâlip ile ömür boyu dost kalmıştır.
"Esrâr" mahlasını da, Şeyh Gâlip'e arz edip talebelerinden olunca
almıştır. Şeyh Gâlip ile tanıştıktan sonra Şeyh Gâlip'in eğitimine girdi. Ömrü
boyunca Galata Mevlevîhânesi'nde kendisine ayrılan odada yaşadı, eserlerini
burda kaleme aldı ve 1796 yılında burada vefat etti.
Eserleri: Dîvan, Tezkire-i Şuarâ-yı Mevlevîyye, Lügat-ı Tılyan
(Italyanca-Türkçe lügat), Mübarek-Name
FITNAT HANIM
Tanzimat yazarlarınca “Hanımefendi
Hazretleri” ve “Şairler Kraliçesi” gibi lakaplarla anılan Fıtnat Hanım (ö.1780),
klasik edebiyattaki kadın şairlerin en meşhurudur. Fıtnat, devrinde fıkraları
ve şairliğiyle oldukça meşhur olmuş, şiirleri elden ele dolaşmış bir şairdir.
Bazı gazelleri bestelenmiştir. Fıtnat, renkli kişiliğiyle olduğu kadar, küçük divanıyla
da sonraki asırda da unutulmamıştır. Fıtnat’a gelinceye kadar, edebiyatımızda
yetişen kadın şairlerin sayısı Zeynep Hatun, Mihrî Hatun, Ayşe Hubba Hatun gibi
birkaç isimle sınırlıyken ondan sonra kadın şairlerin sayısında büyük bir artış
olmuştur.
NEŞ'ET
18. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış
ünlü Mevlevî şairlerindendir. Koca Râgıp Paşa ile Şeyh Galip arasında
yaşamıştır. Mürettep bir Dîvân'ı olan Neşet'in edebiyattaki önemi daha çok genç
şairleri yetiştirmesinden kaynaklanır. Vasat bir şair olmasına karşın, iyi bir
ustadır. Şeyh Galip de Hoca Neş'et Efendi'den ders almıştır. Ayrıca dönemin
genç şairlerine mahlas vermekle de tanınmıştır. Mevlânâ'dan etkilenen Neş'et
daha çok Nâbî tarzında şiirler yazmıştır.
Eserleri: Dîvân, Tufân-ı Ma'rifet, Terceme-i Şerh-i Dü Beyt-i Molla Câmî.
Eserleri: Dîvân, Tufân-ı Ma'rifet, Terceme-i Şerh-i Dü Beyt-i Molla Câmî.
19. YÜZYIL
19. yy Türk edebiyatı; Divan edebiyatı,
Halk edebiyatı ve Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatı olmak üzere üç alanda
gelişme göstermiştir. 17. yy.dan sonra Divan edebiyatı ile Halk edebiyatının
birbirinden etkilendiği bilinmektedir. 19. yy.da bu etkileşimin belirgin bir
biçimde sürdüğü gözlenmektedir. Bu arada, Divan edebiyatı geleneğini sürdüren
kimi sanatçılarda Batı edebiyatının etkileri görülmeye başlamıştır. Yerlileşme,
bu dönemim divan geleneği şairlerinde de sürmüştür. Yerel renk ve motifler; deyim,
atasözü türü yerli kültür ögeleri şiirlerde kullanılmıştır. Bu, konuları
bakımından genelde soyut bir görüntü veren Divan edebiyatının somuta daha çok
yöneldiğini de göstermektedir. Bu dönemim eserlerinde bireysel yaşantılar dile
getirilmeye, toplumsal yaşayış gündeme alınmaya başlamıştır. Gerek Batı ile ilişkiler
gerekse bu eğilimler, mensur eserlerin çoğalmasını sağlamıştır. Bu dönemde
Enderunlu Vâsıf, Keçecizâde İzzet Molla, Yenişehirli Avnî, Leskofçalı Gâlip,
Âkif Paşa gibi Divan edebiyatı geleneğini sürdürenler vardır. Yine aynı gelenek
içinde Şeref Hanım, Leylâ Hanım, Âdile Sultan gibi kadın şairlerin varlığı
dikkat çekicidir. Dönem sanatçılarının Halk edebiyatından aldığı en önemli özellikse
sadeleşme eğilimidir. Divan edebiyatı bu farklılaşmayı gösterirken Halk
edebiyatının kimi temsilcileri de Divan edebiyatından konu, biçim, ölçü, dil ve
mazmunlar yönünden etkilenmişlerdir. Çünkü bu dönemde kimi halk şairleri tekke
ve medrese kültürünü tanımış, okuryazar kimselerdir: Dertli, Seyrâni, Erzurumlu
Emrah, Ruhsati, Sümmani Bayburtlu Zihni, Aynî…
YENİŞEHİRLİ
AVNİ
1826'da Rumeli'de bulunan Yenişehir'de doğmuş, daha sonra İstanbul'a gelerek çeşitli memuriyet görevlerinde bulunmuştur. Asıl adı Hüseyin’dir. Mevlevi’dir, eserlerinde tasavvufî konular ağırlıktadır. Mahallileşme Akımı’nın önemli temsilcilerinden olup şiirleri sağlam ve doğal bir üsluba sahiptir. Söyleyişi son derece rahat ve kolaydır. Divan şiirinin mazmunları yanında Batılılaşmayla gelen yeni sözcükleri de kullanmıştır. Tanzimat şairlerinin, hatta Namık Kemal ve
Eserleri: Divan, Mesnevi
Tercümesi, Mir'at-ı Cünun, Ateşgede.
ENDERUNLU VÂSIF (?-1824)
Vâsıf’ın şiirlerinde Nedim’in etkisi
açıkça görülür. Vâsıf’ta iki ayrı kalitede şiir vardır: Biri Divan şiirinin
mazmunlarının mükemmel kullanıldığı şiir; diğeri sıradan, anlamı fazla
düşünülmeden söylenmiş şiirdir. Edebiyatımızda daha çok şarkı şairi
olarak tanınan Vâsıf, İstanbul’u şiirlerinde bütün güzellikleriyle işlemiştir.
Enderunlu Vâsıf, halk söyleyişlerini şiire yerleştirmeye çalışmış fakat çok
yerde bayağılığa düşmekten de kurtulamamıştır. İstanbul kadınlarının konuşmalarını
şiirine en çok yansıtan şairlerimizdendir.
Eserleri: Divan
KEÇECİZÂDE İZZET MOLLA
(1785-1829)
Divan şiirinin dil anlayışı göz önünde
bulundurulursa İzzet Molla’nın eserlerinde sade bir dil kullandığı görülür. Gülşen-i
Aşk mesnevisinde kendisi gibi Mevlevi olan Şeyh Galip etkisi görülür.
Gençlik şiirlerini Divan-ı Bahâr-ı Efkâr adlı eserde
toplamıştır. Divân- ı Hazân-ı Âsar ise yaşamının son yıllarında
yazdığı şiirlerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Şiirlerinde, Şeyh
Galip ve Nâbi’nin etkileri sezilir. Nazirelerinde bile teknik ustalığı açıkça
görülür. Özellikle eleştirilerinde, yıpratıcı yönü ağır basan yergiler göze
çarpar. Zeki, nüktedan, sözünü esirgemeyen, mizaha ve lâtifeye düşkün, zevk ve
eğlenceyi seven bir yapısı vardır.
ŞEREF HANIM
19. asırda İstanbul'da yaşamıştır. Kaynaklardan
ve şiirlerinden öğrendiğimiz kadarıyla Şeref Hanım dindar ve Mevlevî tarikatına
mensup bir kişidir. Dîvân’ında Mevlânâ ve Mevlevi büyükleri için yazılmış
şiirleri vardır. Dîvân hem muhteva hem de dil ve ifade özellikleri yönünden
Şeref Hanım'a kadın şairlerimiz arasında önemli bir yer kazandırmıştır. Onun
şiirlerinde yenilik bulunmamakla birlikte, eskinin başarıyla tekrar edildiği
görüşünü kaynaklar paylaşırlar. Son olarak, Şeref Hanım'ın dönemindeki
şairlerin çoğundan başarılı olduğu, özellikle, aruza hakimiyeti, kusursuz
söyleyişi, duygu ve hayal inceliğiyle döneminin öteki hanım şairi Leylâ
Hanım'dan daha üstün olduğu söylenebilir.
Eserleri: Divan
LEYLA HANIM
İstanbul'da doğmuştur. İyi bir aileden
gelen Leylâ Hanım, 19. yüzyılın usta şairlerinden Keçecizâde İzzet
Molla'nın akrabasıdır ve İzzet Molla'dan etkilenmiştir. Son dönem Divan
şiirinin vasat sanatçılarından olan Leylâ Hanım edebiyat tarihimizdeki yerini
hanım şair olmasına borçludur. Şiirlerinde bir Mevlevî şeyhi olan Şeyh Gâlib'in
etkisi görülür. Divan şiiri gazellerinin ana teması olan aşkı Leylâ Hanım da
gazellerinde işlemiştir.
Eserleri: Divan
DİVAN EDEBİYATINDA NESİR
Divan edebiyatında, şiir ağırlıklı olmakla birlikte, nesre(düzyazıya) de yer verilir. Bu edebiyatta düzyazıya inşa, yazara münşi denirdi. Oluşan eserlere ise münşeat adı verilirdi.
Özellikleri
* Dil, konu ve tür yönünden Arap ve İran edebiyatlarının etkisindedir.
* Konu ve düşünceden çok, söyleyiş güzelliğine önem verilir.
* Dili yabancı sözcük ve tamlamalarla yüklüdür. Söz sanatlarına ve mecazlara önem verilir. Cümleler uzundur. Paragraf düzeni yoktur.
* Cümlelere yerleştirilen secilerle (uyaklı sözlerle) şiirdekine benzer bir ahenk yaratılmaya çalışılır.
* Noktalama işareti kullanılmaz.
* Düzyazıda dini-ahlaki konular ağırlıklı olarak işlenir. Tarihi olaylar, gezi izlenimleri, toplumsal sorunlar, bireysel duygular gibi konuların da işlendiği olur.
Divan Edebiyatında 2 tür nesir vardır: Sade nesir, süslü nesir.
Sade Nesir: Halka hitap için yazılmış, dili ağır olmayan nesirdir. Yabancı sözcük ve tamlama sayısı azdır. Anlaşılması güç söz sanatları yapılmaz.
Sade Nesir: Halka hitap için yazılmış, dili ağır olmayan nesirdir. Yabancı sözcük ve tamlama sayısı azdır. Anlaşılması güç söz sanatları yapılmaz.
Kul Mes’ut(14. yüzyıl) - Kelile ve Dimme
Aşıkpaşazade(15. yüzyıl) - Tevarih-i Al-i Osman
Mercimek Ahmed(15. yüzyıl) - Kabusname
Seydi Ali Reis(16. yy.) - Mir’atü’l-Memalik (gezi yazısı), Kitabü’l Muhit (coğrafya kitabı)
Sehi Bey(16. yüzyıl) - Heşt Behişt adlı şairler tezkiresi
Evliya Çelebi(17.yüzyıl) - Seyahatname
Aşıkpaşazade(15. yüzyıl) - Tevarih-i Al-i Osman
Mercimek Ahmed(15. yüzyıl) - Kabusname
Seydi Ali Reis(16. yy.) - Mir’atü’l-Memalik (gezi yazısı), Kitabü’l Muhit (coğrafya kitabı)
Sehi Bey(16. yüzyıl) - Heşt Behişt adlı şairler tezkiresi
Evliya Çelebi(17.yüzyıl) - Seyahatname
Süslü Nesir: Şiirdeki gösterişli mecazlar ve söz sanatlarıyla süslenmiş, secili nesirdir.
Sinan Paşa (15. yüzyıl) - Tazarruname
Fuzuli(16. yüzyıl) - Şikayetname
Veysi ve Nergisi(17.yüzyıl) adlı yazarların eserleri sanatlı nesir örneğidir.
Sinan Paşa (15. yüzyıl) - Tazarruname
Fuzuli(16. yüzyıl) - Şikayetname
Veysi ve Nergisi(17.yüzyıl) adlı yazarların eserleri sanatlı nesir örneğidir.
ÖNEMLİ BAZI DİVAN NESRİ SANATÇILARI
SİNAN
PAŞA (15. yüzyıl)
İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey’in oğludur. Müderrislik (medrese hocalığı) ve çeşitli devlet görevleri yapmıştır. Matematik ve felsefe ile de uğraşmış, tasavvufa gönül vermiştir. Şiirleri de vardır. Ama o süslü nesrin ilk temsilcisi sayılır. En önemli eseri tasavvufi düşüncelerin işlendiği Tazarruname’dir. Maarifname ve Tezkiretü’l-Evliya ise diğer önemli eserleridir.
İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey’in oğludur. Müderrislik (medrese hocalığı) ve çeşitli devlet görevleri yapmıştır. Matematik ve felsefe ile de uğraşmış, tasavvufa gönül vermiştir. Şiirleri de vardır. Ama o süslü nesrin ilk temsilcisi sayılır. En önemli eseri tasavvufi düşüncelerin işlendiği Tazarruname’dir. Maarifname ve Tezkiretü’l-Evliya ise diğer önemli eserleridir.
ÂŞIKPAŞAZÂDE (15. yüzyıl)
Şair Ahmet Paşa’nın torunudur. Tarih yazarı olarak ün yapmıştır. Sade bir dili vardır. En
önemli eseri Tevarih-i Al-i Osman (Osmanlı
Tarihi)’dır.
SEHİ BEY (16. yüzyıl)
Heşt Behişt adlı şuara tezkiresi ile tanınmıştır. Bu eserinde 200 kadar şair hakkında, sade bir dille, bilgi verir. Anadolu sahasında yazılan ilk tezkire Sehi Bey’inkidir.
cCc SEYDİ ALİ REİS (16. yüzyıl) cCc
Şair ve yazardır; ama asıl ününü denizcilikte yapmıştır. Osmanlı donanma komutanlarındandır. Çıktığı Hindistan seferinde donanmasını Hint Okyanusu’ndaki fırtınada kaybedip karadan ülkeye dönmüştür. Sade bir dili vardır. Hatta halk ozanları tarzında şiirler yazmış, bazı eserlerinde Nevai Türkçesini (Çağatay Türkçesi) kullanmıştır. En önemli eseri Mir’atü’l-Memalik adını taşır. Hint seferi sırasında yaşadıklarını anlatır. Bir diğer eseri, o zamana göre önemli denizcilik bilgilerini içeren Kitabü’l-Muhit’tir.
PİRİ REİS (16. yüzyıl)
Ünlü Türk denizcisidir. Kitab-ı Bahriye adlı denizcilik kitabı ve buna eklediği haritalarla tanınır.
FERİDUN BEY (16.yüzyıl)
Feridun Bey Münşeatı adıyla tanınan bir eserin sahibidir. Eser Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan III. Murat zamanına kadar bazı önemli olaylarla, padişahlarla ilgili bilgi ve belgeleri içeren bir derlemedir. Şiirler de yazan Feridun Bey’in bir Divan’ı ile birkaç düzyazı eseri vardır.
KÂTİP
ÇELEBİ (17. yüzyıl)
Asıl adı Mustafa’dır. Hacı Halife diye de anılır. Çeşitli devlet görevlerinde bulunmuş, seferlere katılmıştır. Tarih, coğrafya, biyografi, bibliyografi, otobiyografi; ahlak, tasavvuf, eğitim, düşünce, toplum yapısı, tıp, etnoloji gibi, tür ve konularla ilgili geniş bilgisi olan bir kişidir. Süslü nesir akımına kapılmamış, topluma yararlı olmak için sade dili tercih etmiştir. Önemli eserleri şunlardır:
Keşfü’z-Zünun: 15.000 eser ve 10.000 yazarın tanıtıldığı bir bibliyografidir. Arapçadır.
Cihannüma: Batılı anlayışla hazırlanmış bir coğrafya eseridir. Dünyanın yuvarlak olduğunu da anlatır.
Fezleke: 16. ve 17. yüzyıl olaylarını işleyen bir tarih kitabıdır.
Tufetü’l-Kibar-i Esfarü’l-Bihar: Deniz seferlerinden ve büyük Türk denizcilerinden söz eder.
Mizanü’l-Hakk: Dini, ahlaki, toplumsal konuları işleyen didaktik bir eserdir. Pozitif bilimlerin gerekliliği, batıl inançların açtığı yaralar, inanç özgürlüğü, hoşgörü gibi konuları işler.
Düsturü’l-Amel: Devlet işlerinde gördüğü aksaklıkları ve çarelerini anlatan bir kitaptır.
EVLİYA ÇELEBİ (17. yüzyıl)
Seyahatname yazarıdır. Sade ve doğal, hatta yer yer özensiz ve serbest bir dili vardır. Özel olarak ve resmi görevlerle Osmanlı ülkelerinin pek çok yerini ve İran’dan Avusturya’ya kadar bazı dış ülkeleri dolaşmış, gördüklerini, yaşadıklarını anlatmıştır. On ciltlik Evliya Çelebi Seyahatnamesi; tarih, coğrafya, sosyoloji, folklor, hukuk, etnoloji gibi alanlar için de kaynaktır.
Asıl adı Mustafa’dır. Hacı Halife diye de anılır. Çeşitli devlet görevlerinde bulunmuş, seferlere katılmıştır. Tarih, coğrafya, biyografi, bibliyografi, otobiyografi; ahlak, tasavvuf, eğitim, düşünce, toplum yapısı, tıp, etnoloji gibi, tür ve konularla ilgili geniş bilgisi olan bir kişidir. Süslü nesir akımına kapılmamış, topluma yararlı olmak için sade dili tercih etmiştir. Önemli eserleri şunlardır:
Keşfü’z-Zünun: 15.000 eser ve 10.000 yazarın tanıtıldığı bir bibliyografidir. Arapçadır.
Cihannüma: Batılı anlayışla hazırlanmış bir coğrafya eseridir. Dünyanın yuvarlak olduğunu da anlatır.
Fezleke: 16. ve 17. yüzyıl olaylarını işleyen bir tarih kitabıdır.
Tufetü’l-Kibar-i Esfarü’l-Bihar: Deniz seferlerinden ve büyük Türk denizcilerinden söz eder.
Mizanü’l-Hakk: Dini, ahlaki, toplumsal konuları işleyen didaktik bir eserdir. Pozitif bilimlerin gerekliliği, batıl inançların açtığı yaralar, inanç özgürlüğü, hoşgörü gibi konuları işler.
Düsturü’l-Amel: Devlet işlerinde gördüğü aksaklıkları ve çarelerini anlatan bir kitaptır.
EVLİYA ÇELEBİ (17. yüzyıl)
Seyahatname yazarıdır. Sade ve doğal, hatta yer yer özensiz ve serbest bir dili vardır. Özel olarak ve resmi görevlerle Osmanlı ülkelerinin pek çok yerini ve İran’dan Avusturya’ya kadar bazı dış ülkeleri dolaşmış, gördüklerini, yaşadıklarını anlatmıştır. On ciltlik Evliya Çelebi Seyahatnamesi; tarih, coğrafya, sosyoloji, folklor, hukuk, etnoloji gibi alanlar için de kaynaktır.
NÂİMA (1655-1716)
Asıl adı Mustafa Naima’dır. Naima Tarihi adıyla anılan eseri, daha önce yazılmış eserlerden de yararlanılarak hazırlanmış, 1591-1659 yılları arasını kapsayan bir Osmanlı Tarihi’dir. Çağına göre sade sayılabilecek üslubu ve hazırlanış biçimiyle önem taşır.
YİRMİSEKİZ ÇELEBİ MEHMET (18. Yüzyıl)
Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya gönderdiği sürekli elçilerden ikincisidir. Padişah III. Ahmet’e sunduğu Sefaretname’si ile tanınır. Fransa’da gördüğü yenilikleri anlatmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya gönderdiği sürekli elçilerden ikincisidir. Padişah III. Ahmet’e sunduğu Sefaretname’si ile tanınır. Fransa’da gördüğü yenilikleri anlatmıştır.
DİVAN EDEBİYATINDAKİ NESİR TÜRLERİ
Tezkire: Çeşitli Mesleklerden önemli kişilerin hayatlarını anlatmak üzere düzenlenen eserlere tezkire, şairleri tanıtan tezkirelere şuara tezkiresi denir. Batı edebiyatlarındaki biyografinin karşılığı gibidir. Türk edebiyatındaki illk örneği Ali Şir Nevai’nin Mecalisü’n-Nefais’idir. Anadolu’daki en önemli örnek Sehi Bey Tezkiresi’dir.
Tezkire: Çeşitli Mesleklerden önemli kişilerin hayatlarını anlatmak üzere düzenlenen eserlere tezkire, şairleri tanıtan tezkirelere şuara tezkiresi denir. Batı edebiyatlarındaki biyografinin karşılığı gibidir. Türk edebiyatındaki illk örneği Ali Şir Nevai’nin Mecalisü’n-Nefais’idir. Anadolu’daki en önemli örnek Sehi Bey Tezkiresi’dir.
Siyer (Siyer-Nebi): Peygamberimizin hayatını anlatmak
üzere yazılan eserlerin ortak adıdır. Manzum (mesnevi) olarak da yazılabilir. Türk Edebiyatı’ndaki ilk örnek Erzurumlu Darir’in Siretü’n-Nebi’sidir. (14. yüzyıl) Düzyazı-şiir
karışımı bir eserdir.
Mektup: Divan Edebiyatı’nda pek yaygın değildir. En bilinen
örnek Fuzuli’nin Şikayetname’sidir.
Tarih
Aşıkpaşazade Tarihi(15. yüzyıl.)
Tacü’t-Tevarih: Hoca Sadettin Efendi (16. yüzyıl)
Peçevi Tarihi: Peçevi İbrahim Efendi (17. yüzyıl)
Naima Tarihi(18. yüzyıl)
Cevdet Paşa Tarihi(19. yüzyıl)
Aşıkpaşazade Tarihi(15. yüzyıl.)
Tacü’t-Tevarih: Hoca Sadettin Efendi (16. yüzyıl)
Peçevi Tarihi: Peçevi İbrahim Efendi (17. yüzyıl)
Naima Tarihi(18. yüzyıl)
Cevdet Paşa Tarihi(19. yüzyıl)
Seyahatname
En önemli örnek Evliya Çelebi Seyahatnamesi’dir.
Seydi Ali Reis’in Mir’atü’l-Memalik;
Nabi’nin Tuhfet’ül-Haremeyn (Hac izlenimleri);
İzzet Molla’nın (19. yüzyıl) Mihnetkeşan (Keşan sürgünü izlenimleri)
En önemli örnek Evliya Çelebi Seyahatnamesi’dir.
Seydi Ali Reis’in Mir’atü’l-Memalik;
Nabi’nin Tuhfet’ül-Haremeyn (Hac izlenimleri);
İzzet Molla’nın (19. yüzyıl) Mihnetkeşan (Keşan sürgünü izlenimleri)
Sefaretname: Siyasi görevle gönderilen elçilerin gittikleri
yerlerle ilgili olarak yazdıkları eserlerdir. İlk örneği Kara Mehmet Çelebi’nin Viyana Sefaretnamesi (1655)
En tanınmışı 28 Çelebi Mehmet’in Paris Sefaretnamesi’dir.
Habname: Görülen bir rüya anlatılıyormuş gibi, bir olay ya da kişi hakkında görüşlerin söylenmesi biçiminde yazılır. Manzum da olabilir. Veysi’nin (17. yüzyıl) Habname’si bu türün en önemli örneğidir. Habnameler eleştiri ve yergi içerir.
En tanınmışı 28 Çelebi Mehmet’in Paris Sefaretnamesi’dir.
Habname: Görülen bir rüya anlatılıyormuş gibi, bir olay ya da kişi hakkında görüşlerin söylenmesi biçiminde yazılır. Manzum da olabilir. Veysi’nin (17. yüzyıl) Habname’si bu türün en önemli örneğidir. Habnameler eleştiri ve yergi içerir.
Haddeden
geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden ruhsar-ı âl olmuş sana
Bûy-i gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu
Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana
Sihr ü efsûn ile dolmuşdur derûnun ey kalem
Zülfü Hârut’un demek mümkin ki nâl olmuş sana
Şöyle gird olmuş Firengistân birikmiş bir yere
Sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana
Ol büt-i tersâ sana mey nûş eder misin demiş
El-amân ey dil ne müşkil-ter suâl olmuş sana
Sen ne câmın mestisin âyâ kimin hayrânısın
Kendin aldırdın gönül n’oldun ne hal olmuş sana
Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden
Lâ’lin öptürmek bu hâletle muhâl olmuş sana
Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm
Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden ruhsar-ı âl olmuş sana
Bûy-i gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu
Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana
Sihr ü efsûn ile dolmuşdur derûnun ey kalem
Zülfü Hârut’un demek mümkin ki nâl olmuş sana
Şöyle gird olmuş Firengistân birikmiş bir yere
Sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana
Ol büt-i tersâ sana mey nûş eder misin demiş
El-amân ey dil ne müşkil-ter suâl olmuş sana
Sen ne câmın mestisin âyâ kimin hayrânısın
Kendin aldırdın gönül n’oldun ne hal olmuş sana
Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden
Lâ’lin öptürmek bu hâletle muhâl olmuş sana
Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm
Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana
NEDİM
Bir kasedir alev dolu gönlüm yana yana
Ben ta senin yanında dahı hasretim sana
Payin sadası
gelse de sen hiç gelmesen
Ben dinlesem kıyamete dek vuslat istemem
Ben dinlesem kıyamete dek vuslat istemem
Bulsam izinle
semtini ol semte ermesem
Assam zamanı hasretin encamı gelmeden
Assam zamanı hasretin encamı gelmeden
İsmail Hami Danişmend
Gittin amma ki kodun
hasret ile canı bile
İstemem sensiz sohbet-i yaranı bile
İstemem sensiz sohbet-i yaranı bile
Neşati
Kabe olmasa kapun, ay ile
gün leyl-i nehar
Eylemezlerdi tavaf ol güzeri döne döne
Eylemezlerdi tavaf ol güzeri döne döne
Ayagı yir mi basar
zülfüne ber-dar olanun
Zevk ü şevk ile virür can u seri döne döne
Zevk ü şevk ile virür can u seri döne döne
Necati
Zülfünü görenlerin hep
bahtı siyah olurmuş
Tek zülfünü göreydim siyah olaydı bahtım
Tek zülfünü göreydim siyah olaydı bahtım
Nevres-i Kadim
Gamımı pinhan tutardım
ben dediler yâre kıl Ruşen
Desem ol bi-vefa bilmem inanır mı inanmaz mı
Desem ol bi-vefa bilmem inanır mı inanmaz mı
Değildim ben sana ma’il
sen ettin aklımı za’il
Beni ta’n eyleyen gafil seni görgeç utanmaz mı
Beni ta’n eyleyen gafil seni görgeç utanmaz mı
Fuzuli
Niçün sık sık bakarsın
öyle mira’t-ı mücellaya
Meğer sen de kendi hüsnüne hayran mısın kafir
Nedim
Meğer sen de kendi hüsnüne hayran mısın kafir
Nedim
Heman
ağlayı geldim aleme ağlayı gittim ben
San ol nilüferim kim suda bittim suda yittim ben
San ol nilüferim kim suda bittim suda yittim ben
Yenişehirli Avni
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder